Geçmişte yaşanan her darbe öncesi nasıl bir kaotik zemin oluşturulduysa şimdi de aynı akıl devrede ve önüne çıkan her şeyi iktidara karşı bir manivela olarak kullanıyor.
Bu kurgunun başında da ABD'nin olduğuna şüphe yok. En son Amerikalılar, SİHA'ların durdurulmasını bile istedi.
Ancak burada ilginç olan, 1960 darbesinden bu yana, ABD'nin Türkiye'ye yönelik kirli hesaplarıyla başta CHP olmak üzere Türkiye'deki bir kısım solun iktidar hesaplarının örtüşmesi...
Çelişkili görünse de böyle bir gerçek var. Alın DP dönemini... Menderes'in iktidardan düşürülmesini CHP kadar CIA da istedi.
Solun "Morrison Süleyman" diye suçladığı Demirel'in şapkasını alıp gitmesini sadece cuntacı generaller veya eylem yapan solcular değil onları kullanan ABD istedi.
Özal'dan Erbakan'a hepsinin "düşürülmesinde" aynı imza vardı. Ama en katmerli saldırıyı AK Parti döneminde gördük. Başkan Erdoğan'ın "One minute" çıkışı milat görülse de, CIA'nın muteber adamı Graham Fuller'e göre ABD-AK Parti gerilimi daha "milli" çizginin izlenmeye başladığı ve çözüm iradesinin devreye girdiği 2005 sonrasına denk düşüyordu.
O günlerden sonra ABD'yle ilişkiler adım adım gerildi ve ilginç ittifaklar ortaya çıktı. Başta CHP olmak üzere, anti Amerikancı görünen ulusalcılar, solcular birden yok oldu ve yerini ABD'ye ve Batı'ya "küresel dost" diyen ve "sekülerliği" öne çıkaran solcular aldı. Sonra buna İP ve HDP de eklendi. En sonunda da FETÖ...
Bu gerçeği ne yazık ki solun çok az bir kesimi gördü.
O tarihten sonra da solun siyasetçisi, sanatçısı ve medyası, ABD'yle aynı çizgide yer aldı.
Halkbank meselesinden S-400'e, Suriye'den Libya ve Karabağ'a her meselede CHP ve sol ağırlıkla ABD gibi düşündü. ABD'nin Suriye'de PKK-YPG hattını silahlandırmasına bile sessiz kalındı.
Böyle onlarca ortaklık yapıldı.
Şimdi de Türkiye'ye göçmenler üzerinden derin bir operasyon çekiliyor. İşin bir ayağında ABD varsa, diğer ayağında da CHP, sol ve "dostları" var.
Bugünlerde medya ve sosyal medya, Afgan gençlerin akın akın Türkiye'ye geldiği, dahası infial oluşması için Afgan gençlerin sahile bayrak çektiği, hatta bir Suriyelinin cinayet işlediği gibi haberlerden geçilmiyor. Kışkırtıcılıkta sınır yok.
Bu ırkçı dalgaya en son, Erdoğan ve AK Parti düşmanlığıyla öne çıkan sanatçı ve aydınlar da katıldı.
Zülfü Livaneli, Mine Kırıkkanat, Rutkay Aziz gibi nefretle meselelere bakan birçok isim bir araya gelip bildiri yayınladı. İmza attıkları bildiride, bırakın Türkiye ve dünyada yaşanan gerçekleri seslendirmeyi, tam tersi felaket tellallığı yapıldı.
Şu kışkırtıcı ve yalan tespite bakın:
"Nüfusumuzun büyük çoğunluğuna karşı, olası bir milis güç oluşturma hazırlığı olduğu..."
Böyle bir tespit, bu ülkenin kadersizliği değil de nedir? Tıpkı 60 darbesi öncesi "Öğrenciler kıyma makinesinden geçiriliyor" ya da "Karabağ'a cihatçılar gönderiliyor" diyen CHP'li Ünal Çeviköz'ün yalanı gibi...
Bildiriciler, yalan siyaset üreten siyasetçilerin etkin olduğu vesayet dönemi sanatçıları. Şunu kabul edin artık: "Vesayet" dönemi bitti. Bu yollarla iktidarı değiştiremeyeceksiniz.
Sizi çok öfkelendirdiğini biliyorum, "Bendeniz cumhuriyet elitlerinin ürünüyüm" diyen rahmetli Nur Vergin'in şu sözleri üzerinde biraz düşünün:
"2002'den sonra dedim ki 'A, ben artık vatandaşım'. Yani imtiyazlı vatandaşlıktan düz vatandaşlığa geçiş! Kabul edelim, bu statü kaybı duygusu, bazılarında son derece örseleyici olabilir."