Anayasa Mahkemesi'nin kabulüyle HDP'nin kapatılma süreci başladı. Türkiye partiler mezarlığı olmamak için 2010 yılında önemli bir adım atmış ancak o adım, ne yazık ki bugün parti kapatmaya karşı çıkan CHP ve HDP'nin oylarıyla yarım kalmıştı.
Bu yüzden CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun "Parti kapatmaya karşıyım" demesi, HDP'lilerin timsah gözyaşları dökmesi inandırıcı değil.
Mevcut hukuk sisteminde parti kapatma var ve HDP de kapatılmak için her şeyi yaptı.
Mesele, HDP'yi kapatmanın siyasi yansımasında...
Bu konuda iki yaklaşım öne çıkıyor. Birinci görüşe göre; HDP kapatılmamalı, çünkü mağduriyet yaratır ve tıpkı geçmişteki gibi bu işten büyüyerek çıkar. Bu nedenle devlet desteği kesilerek ve siyasi aktörlere yasak konularak HDP yalnızlaştırılmalı.
İkinci görüş ise, HDP hukuken kapatılmayı çoktan hak etti. PKK'yla arasına mesafe koymadığı gibi ilişkisini de sürdürdü.
Dünyada hiçbir demokrasi buna izin vermez. İspanya'nın Herri Batasuna'ya izin vermediği gibi.
Aslında her iki tezin de bir altyapısı var ve HDP bu noktaya bilerek ve isteyerek geldi.
Buraya bir nokta koyup, eski Türkiye ile bugünü kıyaslamak gerekiyor. Geçmişte devlet, PKK'ya yönelik mücadelesini bir noktaya getirdikten sonra siyasi ayağa yöneliyor ve o partileri kapatarak sonuç alacağını düşünüyordu. Hatta PKK'nın silah bırakacağı bile varsayılıyordu. 25-30 yıl bu yaklaşım denendi. Ancak bu yaklaşım, HDP öncesi hiçbir partide, bir davranış değişikliğine, özeleştiriye veya sorgulamaya yol açmadı.
Nereye kadar? 2015 yılı ortalarına kadar. O günlerde çözüm sürecini bitiren Kandil, "devrimci halk savaşı" başlatarak FETÖ'nün tamamlamak istediği darbe dinamiğine altlık olmaya başlayınca, devlet de buna paradigma değiştirerek cevap verdi.
Yeni paradigma iki eksende sürdü: Dışarıda PKK'yı durdurmak, içeride de siyasi ayak HDP'nin "dağ"a insan taşıyan merkez olmasına izin vermemek.
Devlet bu "bağı", 2015 yılı sonrası HDP'ye yönelik büyük operasyonlarda keşfetti.
Tabii bu mücadele sadece HDP-dağ ilişkisiyle de sınırlı değildi, akademiden medyaya kadar şiddeti motive eden, besleyen inanılmaz bağlar kurulmuştu. Bu bağ kesilmeden terörle baş etmek mümkün değildi. Buna küresel bağlantıları (ABD ve AB ülkeleri) teşhir etmek de dahil.
PKK'yla 40 yılı aşan mücadelede ilk kez böylesine çok yönlü bir mücadele yürütüldü. Bu kuşkusuz çözüm süreçlerini başlatan ve Kürt sorununu çözmek için "baldıran zehri içmeyi" göze alan Başkan Erdoğan'ın liderliği ve arkasındaki yüzde 50'ye varan halk desteği olmadan başarılamazdı.
Ne yazık ki çözüm süreçleri için kurulan HDP bu gerçeği görmedi ve o misyonu Kandil'in Suriye havucuna heba etti. Geçmişte DEP veya HADEP ne yaptıysa, yüzde 13 oy almasına rağmen HDP de aynısını yaptı. Ne paradigma değiştiren ve bölgesel güç olan Türkiye gerçeğini gördü, ne de Diyarbakır Anneleri gibi güçlü bir sivil hareket başlatan Kürt toplumundaki değişimi fark edip özeleştiri yaptı.
Bu durumda ister siyasi yasak veya para cezasıyla HDP "topal ördek" olsun, isterse tamamen kapatılsın, her iki olasılık da bugün HDP'yi yöneten ve temsil krizi yaşayan siyasi aktörlerin öngöremeyeceği pek çok dinamiği harekete geçirecek. Hatta Kandil korkusuyla kendisini değiştirmeyi beceremeyen HDP geleneği için yeni bir fırsat bile olabilir. Çünkü bugün ne devlet 90'ların devleti, ne de Kürt sosyolojisi aynı yerde.
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz