Korona günlerinde ülkeler içe kapansa da dış politikadaki hesaplaşmalar düşük düzeyde de olsa sürüyor. Hatta darbeci Hafter veya PKK gibi terör yapıları insanlığın yaşadığı salgın felaketini bile umursamadan saldırılara devam ediyor.
ABD ve Fransa ise Suriye'de başka bir siyasi tezgahın peşinde.
Bu iki ülke bir süredir Suriye'de Kürt siyasi partilerini bir araya getirmek için yoğun çaba harcıyor. Amaç da belli; "PKK-YPG'yi meşrulaştırmak." Bunun için de ABD, büyük parasal ve silah desteği verdiği, PKK ve PYD'yi 11 partinin içinde yer aldığı Suriye Kürt Ulusal Konseyi (ENKS) ile buluşturmak istiyor. Fransa'da buna destek veriyor.
Oysa bu iki yapının ilişkileri de geçmişleri de bir hayli problemli. PKK, geçmişte Türkiye'de yaptığı gibi Suriye'de de "tek parti" olabilmek için Kürt siyasileri ya Mişel Temo gibi öldürdü ya da onlarcasını cezaevine attı. Diğerleri de bölge halkıyla birlikte ya Türkiye'ye ya da Irak'a kaçtı. Dahası PKK, 2012'de Erbil'de, 2014'te de Duhok'ta, Suriyeli Kürtleri bir araya getiren anlaşmalara bile uymadı ve onları sabote etti.
ABD ve Fransa da bunu bildiği halde sesini çıkarmadı. Çünkü onlara göre, DEAŞ tezgahıyla önü açılan "seküler" PKK ve YPG başarılı olacaktı.
Peki, ne oldu da PKK-YPG dün öldürdükleri Kürt siyasi aktörleriyle bugün bir araya gelmek istiyor? Ya da ABD Kürtleri çok sevdiği için mi yapıyor?
Bunun bir tek nedeni var; Türkiye'nin bölgede terör ve şiddete izin vermeyen ve küresel güçleri de karşısına alan yeni bölge siyaseti. Bu yeni siyaset, sadece PKK-YPG hattını değil, bölgeyi "vekalet savaşı"yla dizayn etmeye çalışan küresel güçleri de sıkıştırdı.
Şimdi bu sıkışmayı, "sivil siyaset" kılıfıyla aşmak istiyorlar.
ABD bu planı hayata geçirmek için de akla hayale gelmeyen işler yapıyor.
Barzanileri sıkıştırıyor, Avrupa üzerinden Suriyeli Kürtleri zorluyor, hatta Süleymaniye bölgesini yöneten Talabani'nin oğlunu, bir İran vatandaşını iade ettiği gerekçesiyle tehdit ediyor.
İşin belki de en kritik ayağı PKK'nın geleceği...
PKK bir yandan ABD için Suriye'de Türkiye'de taşeronluk yaparken, İran'la arasını iyi tutuyor.
Bu da Kandil-Rojava hattında sorun yaratıyor. ABD, kontrol ettiği Mazlum Kobani kod adlı Ferhat Abdi Şahin'le işi götürmek isterken, PKK Behoz Erdal ve Sabri Ok'u öne çıkartıyordu. Bu açık açık PKK içinde bir "İran'cı-ABD'ci" savaşının yaşandığını gösteriyordu.
Peki, bu sürece Türkiye nasıl bakıyordu?
Türkiye'nin süreci adım adım izlediği çok açık. Geçtiğimiz şubat ayında Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Suriyeli Kürtlerin temsilcileriyle bir araya gelmiş ve Türkiye'nin tezlerini anlatmıştı. Önceki gün de A Haber'de bugüne ilişkin düşüncelerini anlattı:
"Konsey içinde Kürtleri temsil eden çok sayıda yetenekli ve makul insan var. Siyasi süreçte, Anayasa Komisyonu ve Yüksek Müzakere Heyeti içinde de temsil ediliyorlar.
Peki, şimdi neden böyle bir diyalog var? Demek ki büyük ülkeler bastırıyor. Ama biz gerekli mesajları onlara verdik. Bizim tavrımız son derece nettir. Ne terör koridoruna izin veririz ne de terörün meşrulaştırılmasına...
Mücadelemizi masada da sahada da sürdüreceğiz."
Anlaşılan korona sonrası bölgede ilginç siyasi gelişmeler yaşanacak.
Burada emperyalist devletlerin hangi hesap peşinde olduğundan çok şu soruya verilecek cevap önemli; Acaba Kürt siyasi aktörleri bir kez daha küresel güçlere mi güvenecek yoksa bölge halklarına ve kendilerine mi?