Korona salgınıyla mücadelede özellikle gelişmiş Batı ülkelerinde deyim yerindeyse tam bir hayal kırıklığı yaşandı. Küçük bir virüs, o şaşaalı Batı ülkelerinin üzerindeki cilayı dökünce ortaya, yaşlılarını ölüme terk eden, sağlık altyapıları çöken ve maske bile üretemeyen ülkeler topluluğu çıktı. İnsanlık adına acı bir sonuçtu bu.
Türkiye bu sınavdan yüzünün akıyla çıkmaya çalıştı, çalışıyor. Bunda "sessiz devrimlerle" gerçekleştirdiği sağlık alt yapısının, Bilim Kurulu gibi hızlı ve zamanında aldığı önlemlerin çok büyük katkısı vardı.
Buna canı pahasına hizmet veren sağlık ordusunu, sosyal devletin bir gereği olan ücretsiz sağlık hizmetini de eklemek gerekiyor. Ama iki anlamlı çaba daha var:
Biri dünyanın 101 ülkesinden 70 bine yakın vatandaşını ülkeye getirmesi, diğeri de aralarında ABD ve İngiltere'nin de bulunduğu çok sayıda ülkeden gelen tıbbi yardım talebini karşılamaya çalışması...
Dışişleri Bakan Yardımcısı Yavuz Selim Kıran, Türkiye'nin çok sayıda ülkeye yardım etmesinin ne anlama geldiğini şöyle anlattı:
"Türkiye'nin yardımları büyük bir ilgi gördü. Şu ana kadar 126 ülke yardım talep etti, 57 ülkenin talebini karşıladık. Diğerlerini de karşılamaya çalışıyoruz. Türkiye'nin bu çabası insanlığın geleceği ve ülkelerarası ilişki açısından çok değerli. Örneğin bizim Avusturya ile ilişkilerimiz tıkanmış durumdaydı. Bugün "Artık geçmişi geçmişte bırakalım" diyen bir Avusturya var. Bu dünyanın geleceğine umutla bakmamızın kapısını aralıyor."
Umut veren bu tablo bana son 4-5 yılda Batı'nın ve içerideki muhalefetin, Türkiye'ye yönelik ısrarla kullandığı "Türkiye'yi terk edenler" konusunu hatırlattı. O günlerde Ekşisözlük'te "Türkiye'den s... olup gitmek" başlığı bile açılmıştı. Türkiye karşıtlığının merkez üssü haline gelen DW veya BBC gibi yayın organları ise sürekli Türkiye aleyhine haberler yapıyor, analizler yayınlıyordu.
Dedikleri şuydu; "Beyaz Türkler yeni mekanları Londra, Berlin veya Barselona'ya gidiyor" Bunlar arasında "Beyaz Muhafazakar"lar da vardı. Hatta birçoğu şirket merkezlerini bile oralara taşımıştı.
O merkezlerde yükselen ırkçılık, göçmen karşıtlığı hatta dünyayı yaşanmaz kılan sömürge zihniyeti umurlarında bile değildi.
Demokrasiyi içselleştirmedikleri için de kendi tek tipçi dayatmalarının son bulduğunu düşünerek umutsuzluğa kapılmışlardı.
KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır, o umutsuzluğun siyasi arka planını şöyle anlatıyordu:
"Bu ülkenin seküler hayat tarzına sahip, daha Batıcı ya da rasyonel akla güvenen kesimleri ilk defa azınlık olduklarını fark ettiler. O sayısal veri, hiçbir zaman yeniden iktidar olamayacağız, hayatı tanzim edemeyeceğiz, hayatı domine eden unsurlar olamayacağız kaygısını besliyor. Asıl kopuş da sanırım bu noktada oluyor."
Anlaşılan azınlıkken çoğunluğu yönetmenin rahatlığı bitince onlar da bunu "ülke karşıtlığı"na dönüştürerek siyaset yaptı. Küresel Servet Göçü 2018 Raporu'na göre de milyonerleri en çok dışarı giden üçüncü ülkeydi Türkiye. Yani paralarını da kaçırdılar. Birlikte yaşama, demokrasi, özgürlük sadece kendileri için bir talepti. Bu nedenle ülkenin terör kıskacına alınması, kanlı 15 Temmuz darbesiyle çökertilmek istenmesi umurlarında bile değildi.
Böyle bir ruh haliyle gittiler "çağdaş" diyarlara. Peki, şimdi ne durumdalar? Korona onları da ülkeleri adına düşünmeye, muhasebe yapmaya itti. Şimdi birçoğu biraz da utanarak dönmek için yol arıyor.