Türkiye'nin de merkezinde olduğu yeni bir dünya düzeninin eşiğindeyiz. Dünya bu yeni düzene hamile... Bilişim teknolojisinin hakim olduğu, yeni bir ekonomi ve yeni bir üretim ilişkisi doğuyor. Bunun nasıl bir dünya sistemi oluşturacağı ise henüz bilinmiyor.
Başta ABD-İran gerilimi olmak üzere yeryüzünde yaşanan derin sancıların nedeni de bu.
Türkiye, yaşadığı kuşatmalara rağmen bu yeni döneme bütün yönleriyle hazırlanmaya çalışıyor. Devleti yeniden yapılandırıyor, ABD ve AB'ye paralel, Rusya'dan Çin'e Afrika'dan Güney Amerika'ya uzanan yeni küresel ilişkiler kuruyor.
Bunun en somut örneğini küresel ölçekte devreye giren enerji ve ulaşım alt yapısında atılan adımlarda görüyoruz. Önce TANAP ve Kuşak Yol Projesi'nin demiryolu ayağı, dün de Rus gazını Avrupa'ya ulaştıracak Türk Akımı devreye girdi. Doğu Akdeniz'deki enerji kavgası da bundan bağımsız değil.
Türkiye içerideki büyük projeler hatta son dönemde tartışılan Kanal İstanbul Projesi de gelecekle ilgili. Ama ne yazık ki, başta CHP olmak üzere bir kesim ne dünyadaki bu derin değişimin farkında ne de Türkiye'nin neler yaptığının.
Bu nedene Kanal İstanbul Projesi'ne akla hayale gelmeyen "gerekçelerle" karşı çıkılıyor.
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, projenin "depremi tetikleyeceği, su kaynaklarını yok edeceği" gibi bilimsel olmayan iddiaları ortaya atarken, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu müteahhitleri bile tehdit etti. Bunlar etkili olmayınca da daha siyaseten kullanılacak Boğazlar'daki akışı düzenleyen Montrö Antlaşması'na sığınıldı. Artık "Araplara şehir kuruluyor" tezi gitmiş yerine bu kez "Motrö deliniyor" tezi gelmişti.
Kanalı, "Karadeniz'e NATO yolu" diye niteleyenler bile vardı.
O tezi savunanlardan Cumhuriyet gazetesi yazarı Mehmet Ali Güller, sonunda ÇED raporundaki şu dipnotu da kanıt gösterdi:
"Bu arada ÇED Raporu'nu inceledikçe daha vahim konularla karşılaşıyoruz.
ÇED Raporu, Kanal İstanbul dışında bir de 'Kanal Çanakkale' açılmasını öneriyor" Oysa ÇED Raporu'nda Montrö meselesi "Kanal İstanbul ve Uğraksız Geçiş" başlığı altında ayrıntılı bir biçimde inceleniyor ve sözleşmenin "Çanakkale Boğazı- Marmara Denizi ve İstanbul Boğazı" üçlemesiyle birlikte düşünülmesi gerektiğini söylüyordu. Kanal projesinin ise Montrö'deki geçiş hakkını etkilemeyeceği tespiti yapılıyordu.
Ama örnek olarak da olsa şöyle bir dipnot düşülmüştü: "Zincirbozan-Gelibolu mevkiinde Saros Körfezi'ne bir kanal açılması düşünülebilir" Peki, bu dipnotu kim veya kimler düşmüştü?
ODTÜ ve Boğaziçi'nin da aralarında olduğu 7 üniversiteden 200'ü aşkın akademisyen ve uzmandan oluşan ekip... Hepsinin de o raporda imzası var. Şimdi o imza sahibi bilim insanlarının çıkıp koydukları bu dipnotun ne anlama geldiğini, Montrö'yü delip delmediğini, Boğazlar'ı bir "NATO Yolu" yapıp yapmadığını açıklamaları gerekiyor. Bu raporu hükümet veya bakanlıklar da hazırlamıyor.
Proje, ihaleyle bir firmaya, o firma da ÇED Raporu'nu bu işte uzman bir başka firmaya verip hazırlatıyor. Ortaya çıkan ÇED Raporu da geniş katılımlı İnceleme Değerlendirme Kurulu (İDK)'nda tartışılıyor ve imzalanıyor. Bu toplantıya çok sayıda bakanlık ve kurum yetkilisiyle birlikte TEMA gibi sivil toplum örgütleri ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi de katılmış ve onay vermiş.
Gerçi İBB Başkanı İmamoğlu çark etti ama diğer kurumlar ve bilim insanlarının imzası duruyor.
Merak ediyorum, başta Boğaziçi ve ODTÜ öğretim üyeleri olmak üzere bu raporu hazırlayan bilim insanları neden susuyor? Yoksa "mahalle baskısı"ndan mı korkuluyor?