Akdeniz'de Türkiye'nin iki hamlesi bölgesel ve küresel hesapları altüst etti. Birincisi Libya ile yapılan Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ve askeri anlaşma. İkincisi ise KKTC'de Türkiye'nin İHA merkezi oluşturması. Bu adımlar birbirini tamamlayan ve biri olmadan diğerinin anlamı olmayan adımlar. Bu nedenle Meclis'te görüşülen Libya'ya asker gönderme meselesi Türkiye'nin Akdeniz ve Kıbrıs siyasetinin bir devamı niteliğinde.
Bunu İsrail ve Mısır'ın değişen tavırlarından, Yunanistan'la Güney Kıbrıs Rum Kesimi'nin ise öfkeli çıkışlarından anlıyoruz. Ama daha somut yansımasını KKTC'de görüyoruz. Geçen yılın son hafta başında KKTC'deydim ve oradaki havayı izlemeye çalıştım. Annan Planı'ndan sonra yakından izlediğim KKTC'de hiç bugünkü kadar pozitif bir hava görmedim. En ıssız sokak kahvesinden, siyaset mahfillerine, her yerde Doğu Akdeniz'de Türkiye'nin attığı adımlar "özgüven" yaratmış ve ciddi destek alıyor. Tabi hala geçmişin AKEL solculuğunda kalanlar hariç.
KKTC'de değişen havaya, 2010'dan bu yana ikili görüşmelerde görev alan Rum Kesimi'nin "çözümsüzlük siyasetine" tanık olan UBP Milletvekili Oğuzhan Hasipoğlu ile konuştum. Hasipoğlu şöyle diyordu: "Gelinen noktada halk her şeyin farkında. Kıbrıslı Rumların samimi olmadığını biliyor. Bu tür adımların atılması ile belki bir çözüm olabileceğinin de farkında. Halk bu anlamda bilinçlendi. İHA'lar aslında çözüme hizmet edecek. Çünkü hayat bize sahada güçlü olmadan masada güçlü olunmadığını gösterdi."
Bunun için Kuzey Kıbrıs halkının büyük oranda iki karara da destek verdiğini söylüyor ve ekliyor: "Bu bir egemenlik mücadelesidir. Karadaki egemenlik mücadelesi şimdi denize geçti. Biz buna 'Mavi Vatan' diyoruz. Ege'deki sorunları anlatmaya gerek yok. Doğu Akdeniz ise biraz geç başladık. Ancak şunu da söyleyeyim. Geç başlamamızın bir nedeni de hep Rum tarafı ile bir anlaşma olacak umuduydu. 5 yıl müzakere masasında Dimitris Hristofyas ile birlikte olan biri olarak 2010 yılında onlara bir öneri yaptık, 'Gelin komite kurup enerji meselesini beraberce yapalım. Kıyı bizim de kıyımız. Hatta KKTC'nin kıyısı Rum tarafının kıyısına göre daha uzun' dedik. Ama Rumlar egemen devlet havasında bizi dinlemedi ve teklifi reddetti."
2008'de Başbakan Erdoğan ve Derviş Eroğlu'nun Kıta sahanlığı sınırlandırma anlaşmasını imzaladığını ve Doğu Akdeniz'deki ilk adımın 2011 yılında atıldığını söyleyen Hasipoğlu, sözü AB'nin yaklaşımına getiriyor ve şöyle diyordu:
"Rum tarafı, yönetimi de ada etrafındaki zenginlikleri de paylaşmak istemiyor. Bunda AB'nin hatası büyük. AB ilk hatayı Rumları 2004 yılında haksız bir şekilde Avrupa Birliği'ne alarak yaptı. Şimdi de ikinci hatayı Rum tarafına tanınmış devlet yetkisi vererek yapıyor. Bu durumda biz de Türkiye ile birlikte gereğini yapmak durumundayız."
Türkiye'deki muhalefet KKTC'lilerin sesini duyuyor mu acaba?
KKTC seçimlerinin favorisi
Doğu Akdeniz'deki gelişmeler doğal olarak bu yıl nisan ayında yapılacak seçimleri de etkileyecek. Henüz kampanya başlamış değil ama sokaklarda ciddi bir Başbakan Ersin Tatar rüzgarı esiyor. Bunda son gelişmeler kadar Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı'nın Barış Pınar Harekatı'na karşı olumsuz açıklamasının da etkisi var. KKTC seçime gidiyor ama siyasette de bölünmüşlük had safhada. Neredeyse en küçük parti bile seçime kendi Cumhurbaşkanı adayı ile katılıyor. Oysa şimdiden belli, seçim Tatar- Akıncı arasında geçecek. İbre de Başbakan Tatar'ı gösteriyor. Küçük partiler son virajda rota değiştirir mi bilinmez ama bu seçimde Türkiye kökenlilerin kilit rol oynayacağı çok açık.