Yerel seçim sonuçlarına CHP ve muhalefet bloku açısından bakıldığında birkaç büyükşehir başarısı dışında elle tutulur bir sonuç yok.
Büyükşehir başarısı denilen durumdan da "sonun başlangıcı" gibi bir sonuç çıkarmak zor. İstanbul'u bir tarafa koyarsak, Ankara, Antalya, Adana dahil AK Parti, CHP'nin önde olduğu bütün büyükşehirlerde başa baş bir oya sahip.
Ama aynı şey CHP için söylenemez.
CHP, Kocaeli, Gaziantep, Konya, Kayseri, Şanlıurfa, Kahramanmaraş gibi önemli büyükşehirlerde AK Parti'nin çok çok gerisinde. Aralarında ciddi oy farkları var.
Bu tabloya CHP'nin yok hükmünde olduğu Doğu ve Güneydoğu'yu da ekleyin. Çünkü buralarda da AK Parti HDP ile başa baş yarışıyor.
Bu nedenle önemli birkaç büyükşehri kaybetmesine rağmen AK Parti bu seçimlerin de birinci partisi. Oy oranı 2014 yerel seçimlerinde yüzde 43'ken şimdi yüzde 44.50...
CHP ise 2014 yılında aldığı yüzde 26.6 oyu yüzde 30'a çıkarmış. HDP oyları çıktığında geriye hiç değişmeyen klasik CHP oyu kalır.
Burada ilginç olan CHP yerinde sayarken büyükşehirleri kazanmış olması. İşte bu yerinde sayan partinin nasıl kazandığına iyi bakmak lazım, işin sırrı burada...
Bu sır, CHP'nin siyaset mühendisliğinden çok küresel güç merkezlerinin bölgesel hesaplarında saklı.
Artık sır değil biliniyor, ABD bölgede yeni bir "siyasi hat" oluşturmak istiyor. Eskinin "yeşil kuşak" yerine "seküler kırmızı" bir hat. Suudi Arabistan'ı, Mısır'ı, Suriye ve Türkiye'yi kapsama alanına alan bu hattın en büyük destekçisi de İsrail. Adamlar Ortadoğu'da "katil" prensten "reformcu" çıkarmaya bile kalktı.
İşin Türkiye ayağı ise çok daha sinsi yürütüldü. CHP'ye içeride HDP'yi, dışarıda ise PYD'yi eklemleyen bir siyaset izlendi.
Suriye'de DEAŞ bahanesiyle "seküler" güçler olarak PKK ve PYD kahramanlaştırıldı.
Buna paralel, küresel düzeyde ekonomik ve siyasi kuşatma devreye sokuldu.
Dikkatinizi çekmiştir, bu aşamada CHP, ABD'nin silahlandırdığı PYD'ye karşı tek laf etmedi. Ne PYD'nin PKK'yla ilişkisine değindi ne de yüksek sesle ABD tarafından silahlandırmasına karşı çıktı. Hatta CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, "PYD bizle mi savaşacak" diyerek Türkiye'nin ulusal güvenlik yaklaşımını hiçe sayan çok bilinçli bir mesaj verdi.
Bu projenin arka planında ise CHP'ye destek çığlıkları atan PKK ve FETÖ vardı. Bu da CHP yönetimi hiç rahatsız etmedi. CHP kitlesi de buna alıştırıldı.
Çünkü o kitlede uzun yıllar içinde oluşan yenilmişlik duygusu vardı ve "yılana" sarıldıklarını fark etmeleri engellendi. Ve öyle bir noktaya gelindi ki, cumhuriyeti kuran partinin yöneticileri hatta solun önemli bir kesimi, milli mücadeleyi, antiemperyalist duruşu unutarak ABD'nin S-400 dayatmasına, ekonomik saldırılarına sesini çıkartmayarak "seküler kırmızı kuşak" projesinin bir parçası oldu.
Aslında buraya gelişin ilk işaretini Aysel Tuğluk, 2014 yılında "Devletin geleceğini düşünenler ve seküler güçler hızla sorumluluk almalıdır" diyerek vermişti.
Bu açıkça darbecilere çağrıydı. Arkası da geldi, önce "çözüm süreci"yle yeniden oluşturulmak istenen bin yıllık Türk-Kürt İttifakı, HDP'li siyasetçilerin de katkısıyla bitirildi.
Ardından da Kobani güzellemesi. DEAŞ iftirası, 15 Temmuz darbesi geldi... Ama hiçbirini başaramadılar... Şimdi, umutlarını 31 Mart seçim sonuçlarına bağlamışlar. Burada elde edilen kısmi başarıyı CHP, terörü görmezlikten gelip PKK ve PYD'yi makulleştirerek, İP'i destekleyerek, SP'yi öne çıkartarak ve ABD saldırılarına karşı da sesini çıkarmayarak elde etti.
Şimdi cevabı aranan soru şu; CHP bu bedeli ABD'ye nasıl ödeyecek? Kritik ve zor bir sürece giriyoruz, herkesin başta da AK Parti yönetiminin dikkatli olması gerekiyor.