Demokrasi destanının yazıldığı 15 Temmuz'un ikinci yılında, biraz da sessiz sedasız ama o gecenin ruhuna uygun Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi'yle çok önemli bir adım atıldı. "Genelkurmay Başkanlığı Milli Savunma Bakanlığı'na bağlandı."
Bugün daha çok da genç kuşaklara, "Ne var ki bunda?" dedirten bu durum, tam 58 yıldır Türkiye'nin en derin problemi ve kâbusuydu. Darbelerin, muhtıraların, müdahalelerin önünü açan askeri vesayet sisteminden söz ediyorum.
O sistemin temeli 27 Mayıs 1960 darbesiyle atıldı. O darbeyle sade- ce rahmetli Menderes ve arkadaşları idam edilmedi, aynı zamanda milli irade yok sayıldı. Bu da şu kararlarla gerçekleşti: Milli Güvenlik Kurulu anayasal güvenceye kavuştu. Milli Savunma Bakanı'na bağlı olan Genelkurmay Başkanlığı da Başbakan'a bağlandı.
Daha doğrusu bağlanmadı, Başbakan'a karşı sadece sorumlu hale getirildi... Yeni bir pozisyondu bu. Demokratik dünyada eşi benzeri olmayan bir pozisyon... Milli Savunma Bakanı, askeri bütçeden sorumluydu ama o bütçeyle ilgili yetkisi yoktu. Yetki tamamen Genelkurmay Başkanlığı'na aitti ama onun da siyasi sorumluluğu yoktu.
Garipti, ama aynı zamanda da bilinçli bir tercihti. Oysa 1949'da İsmet Paşa'nın biraz da ABD'nin dayatmasıyla Milli Savunma Bakanlığı'na bağladığı Genelkurmay Başkanlığı, ne yazık ki 11 yıl sonra yine İsmet Paşa'nın destek verdiği 1960 darbesiyle geri alınıyordu. Hem de mali ve idari açıdan eskisinden çok daha güçlü "özerk" bir statüye kavuşturularak.
O tarih, 60 yıldır yaşadığımız muhtıralar, müdahaleler ve darbeler sürecinin anayasal güvenceye alındığı tarihti. Türkiye, bu pozisyonuyla bırakın gelişmiş G-20 ülkelerini, içinde yer aldığı NATO ülkeleriyle de çelişiyordu. NATO üyesi 29 ülke arasında Genelkurmay Başkanı'nın Milli Savunma Bakanı'nın önünde yer aldığı tek ülke Türkiye'ydi.
Bu tablo, Türkiye'deki vesayet sisteminin en önemli göstergesiydi. Türkiye, Genelkurmay Başkanı'nın her konuda konuştuğu Milli Savunma Bakanı'nın ise sustuğu bir ülkeydi.
Darbelere yasal güvence sağlayan, orduyu asli görevinden uzaklaştıran bu garabeti, demokrat siyasetçiler ve aydınlar uzun yıllar tartışıp durdu.
Değiştirilmesi istendi ama mümkün olmadı. AB katılım ortaklığı belgelerinde de bu talep hep seslendirildi. Değişim, ne zaman siyasetin gündemine gelse, 1960 darbesine sahip çıkan sivil vesayetçilerin itirazı yükseliyor, ordu içindeki cuntacıların da tehditleri artıyordu.
Bu yüzden Anayasa'daki bu maddeler bir türlü değiştirilemedi. AK Parti döneminde bazı önemli adımlar atılsa da taşlar tam anlamıyla yerine oturmamıştı. İşte şimdi o taşlar 58 yıl sonra yerine oturuyor ve kâbus bitiyor. Sürecin sessiz sedasız geçişine bakmayın, arkasında koca bir 15 Temmuz demokrasi direnişi ve güçlü bir liderlik var.
Bu da Başkan Erdoğan'ın ısrarla altını çizdiği gibi yeni dönemin "reformlar" dönemi olacağının işareti... Yeni dönem, birilerini şaşırtacağı gibi birilerinin de derin hesaplarını bozacak. Çünkü Türkiye, önünü tıkayan iç ve dış vesayetçi sistemi temizledikçe, onların uzantısı FETÖ ve PKK gibi ayak bağlarından kurtuldukça, sistem çok daha sağlam yerine oturacak. Ve Türkiye daha çok demokrasiye, hukuka, stratejik sanayiye, teknolojiye yönelecek.