Dikkatinizi çekiyor mu bilmiyorum, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, kurultay konuşması da dahil hiçbir konuşmasında Suriye'yi bu noktaya taşıyan iki gücün üzerine gitmedi; bir milyona yaklaşan insanın katili Esad'ın ve kırmızı çizgilerini hiçe sayan DEAŞ ve PKK gibi terör örgütleriyle ilişkisi açığa çıkan ABD'nin...
Oysa dünya âlem ABD'nin bölgeyi yeniden bölüp parçalamak için canhıraş çaba harcadığını, DEAŞ'ı kullanıp, PKK-PYD'yi palazlandırdığını biliyor ama CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu bunları görmüyor, duymuyor. Sadece CHP de değil, sol, sosyalist kesimlerin önemli bir kesimi de son yıllarda ABD'ye bakışta derin bir sessizlik içinde.
Anlaşılan içeride Erdoğan'ı yenemedikleri için umutlarını ABD'ye bağlamış durumda, ABD de "laik-seküler"lik yemiyle onlara... Bu yüzden satır arasında "ABD Erdoğan'ı çizdi, ekonomiyi çökertecek" sevinçleri yaşanıyor.
En zavallıları da PKK-PYD ve HDP'nin solcu ve Kürt milliyetçisi siyasi aktörleri. Dünün antiemperyalistleri bugünün Pentagon'a selam duran taşeronları olup çıktı.
Bu noktada, işin en garip yanı, yıllar yılı ABD'nin içimize sızdığını, Gladyo-Kontrgerilla yöntemleriyle ülkeyi kan gölüne çevirdiğini yazıp söyleyen sol Kemalistlerin suskunluğu ve gerçeğin sadece bir yanını görmeleri.
Uğur Mumcu, İlhan Selçuk gibi önemli isimler yıllarca ABD'nin Türkiye'yi içeriden kuşattığını yazdı. Bu yaklaşımı büyük oranda "sol" olduğunu söyleyen CHP de paylaştı. Ve ilginçtir bu kesimler, sürekli ABD emperyalizmi üzerinden sağ iktidarları suçladı. Tabii sağ iktidarlar da günahsız değildi ama eğer ABD ile ilişkiden söz ediyorsak, İsmet İnönü'lü solun da bir o kadar günahı vardı.
Bugün sokağa çıkıp, "Truman Doktrini'yle başlayan bu ilişkiyi kim başlattı?" diye sorsak alınacak cevap belli; Demokrat Parti. Oysa gerçek böyle değil. 1947'de İsmet Paşa döneminde yapılan antlaşmanın altında CHP'li Başbakan Hasan Saka'nın imzası var.
Bugün ABD ile yaşadığımız bütün problemler o ilk adımda saklı. MİT'inden Özel Harp Dairesi'ne kadar her şeyimizi kontrol eden bir ABD gerçeği böyle başladı ve ABD'nin önü o antlaşmayla açıldı.
Bu gerçeği seslendiren sol Kemalist aydınlardan M. Emin Değer, ABD-Türkiye ilişkileri üzerine çok sayıda kitap yazdı. Onlardan biri de "Oltadaki Balık Türkiye" kitabıydı ve tam da bugün yaşadığımız ABD gerçeğine ayna tutuyordu.
Değer, o başlangıcı şöyle anlatıyordu: "Türkiye ve Yunanistan'a Yardım Kanunu olarak adlandırılan Kongre Kanunu, bizim ve Yunanistan'ın ABD'ye 'özgürlük ve bağımsız varlığımızın sürdürülmesine yardım edilmesi' için başvurduğumuzu belirten girişle başlar. Bu paragrafı ne zaman okusam, Bağımsızlık Savaşı şehitleri karşısındaymışım gibi utanç duyarım..."
Türkiye o yardımlar ve o ilk antlaşmayla oltaya yakalanan balık olmuştu. Değer'e göre Türkiye'yi oltadaki balık yapan ise İsmet Paşa'ydı. Onun kendisini nasıl hüsrana uğrattığını şu sözlerle anlatır: "Ve nasıl olur da bir ülkenin lideri ülkesinin yazgısını bir başka ülkenin sorumluluğuna bağlardı. (...) Evet, öyleydi Mustafa Kemal'in ülkesi, onun arkadaşı İsmet Paşa'nın izlediği politikanın esiri olmuştu."
Konuyu işlemeye devam edeceğiz. Çünkü o geçmişte bugüne ışık tutan çok şey var. Son dönemde CHP'lilerin sık sık, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "yanılmışım" sözünü dillerine dolamaları aklıma İsmet Paşa'nın 1964'te yaşanan Johnson Mektubu'ndan sonra söylediği sözü getirdi. Sahi ne demişti İsmet Paşa? Ve "İnönü'den açık bono" başlıklı gizli belgede, İnönü ile ABD Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı General Lawton Colins neler konuşmuştu? Bunları da bir başka yazıda ele alalım.