Türk Tabipleri Birliği'nin Afrin harekâtıyla ilgili tepki toplayan açıklaması üstü örtülen bir tartışmayı yeniden alevlendirdi. Bu kurumlar ister "Kemalist, sol ve muhalif" görünsünler, isterse başka türlü hepsi ne yazık ki en kritik dönemlerde hep sivil iktidarların karşısında yer aldı. Bir anlamda bürokratik devletin sivil ayakları rolünü üstlendiler.
Gerçek anlamda hiçbir zaman şiddete, savaşa karşı bir duruşları olmadı.
Bugün TTB'nin Afrin harekâtı karşısına çıkarak, o masum "savaş istemiyoruz" talebini kirletmesi ikiyüzlülükten öte bir anlamı taşımıyor. Çözüm sürecini bitirip, "halk savaşı başlatıyoruz" diyerek binlerce genci ölüme sürükleyenler karşısında susan, Ankara ve İstanbul'da bomba patlatanları görmezden gelen, DEAŞ'a karşı operasyon olunca oralı olmayan TTB, birdenbire doktorluğunu hatırlıyor ve savaşa karşı çıkıyor. Bunda bir samimiyet olmadığı o kadar açık ki...
Tabii sorun sadece "muhalif" görünenlerin ulusal bir meselede negatif bir rol üstlenmesi değil, bu tür birlik ve odaların tümünde çok daha derin yapısal sorunlar var. Devlet destekli, gücünü yasadan alan, zorunlu üyeliklerle güç odağına dönüşen devasa kurumlardan söz ediyoruz.
Adlarındaki Türk veya Türkiye kavramları da bir nevi dokunulmazlık zırhı...
Bu yüzden bu kurumlara "sivil toplum örgütü" demenin de bir mantığı yok.
Zaten yasaya göre bir kamu kurumu bunlar.
Devletin bir parçası yani... Yani bir nevi paralel devletçikler... Bir grup, dar alanda kısa paslaşmalarla iktidarı ele geçiriyor ve bir daha o iktidarı bırakmıyor. 20-30 yıl başkanlık, yönetim kurulu üyeliği yapanlar olduğu gibi, kurumu ele geçirip uzun yıllar bırakmayan ideolojik gruplar da var.
Mesela Diş Hekimleri Odası, yıllar yılıdır eski TKP'li dar bir grubun elinde ve kimse alamıyor. Prof. Dr. Atilla Yayla'nın şu tespitleri gerçeği bütün çıplaklığıyla ortaya koyuyor:
"TTB ve benzerlerinin böbürlene böbürlene dile getirdiği 'sivil toplum kuruluşu' olma iddiaları da siyaset bilimi ve hukuk teorisi açısından boş. Bunlar sivil toplum kuruluşu değil. (...) Devlete eklemli, devletin uzantısı kuruluşlar. Çünkü özel kanunla kuruluyorlar. Üyelik mecburî, aidat ödemek mecburî. Aidat alacakları hakkında vergi dairesi gibi işlem yapabiliyorlar. Şeffaf da değiller. Ele geçirenin elinde kalıyor ve sanki meslekî değil siyasî birer birlikmiş (âdetâ bir siyasal partiymiş) gibi, meslek mensuplarının iş ve çalışma şartlarını geliştirme görevlerini kısmen veya tamamen bir yana bırakıp, boğazlarına kadar ideolojiye ve aktüel siyasete batıyorlar." İşin sadece siyasi ve ideolojik değil, birçok boyutu var ve bu konu uzun yıllardır da Türkiye'nin gündeminde. Ama bir türlü neşter atılamadı. Artık, TTB gibi birliklerden, sanayi ve ticaret odalarına, bütün bu kurumların "kamusal" bağını kopartıp yeniden yapılandırılması gerekiyor.
Bunun için de köklü bir reforma ihtiyaç var. 16 Şubat 2013'te "Sanayi ve Ticaret Odaları Sivil mi?" başlıkla yazımda bu konuyu gündeme getirmiş ve odalardaki değişimin gerekliliğine işaret etmiştim.
Aynı konu yıllar önce Liberal Düşünce Topluluğu tarafından da masaya yatırılmış ve ortaya ne yapılması gerektiğini anlatan sağlam bir rapor çıkmıştı. Bu rapor değerlendirilir mi bilemem ama TTB'nin negatif çıkışı belki hayırlı bir reformun önünü açar ve Türkiye, bu kez de ceberut grupların, yapıların vesayetinden kurtulur.