CHP kurultayı geride kalırken, bütün CHP'lilerin kafasında aynı soru vardı: "İyi de biz bu kurultayı neden yaptık?" O meşhur ağa-maraba hikâyesi bir yana, CHP, sonucu başından belli "göstermelik" kurultayı bile doğru dürüst yapamadı. Şimdi dünden çok daha karmaşık ve problemli bir halde...
Demokrasi ve adalet ürütecek diye "cesaret"le çıkılan kurultay, sadece bir günde o kavramların içinin boşaltıldığı, adaletsizliğin dibe vurduğu, siyasi iradenin ayaklar altına alındığı bir platforma dönüştü.
Genel Başkan adayı Muharrem İnce, mükerrer imza olayından sonra kürsüye çıkıp öfkeyle "adalet" vaat eden Kılıçdaroğlu'na "böyle mi adalet getireceksiniz" diye boşuna seslenmedi: "Ben adalet istiyorum... Bunlar Ali Cengiz oyunları. Ben kimsenin lütfunu istemiyorum. Örgütümün imzasını istiyorum."
Adalet tezi çökmüştü ama çöken sadece adalet değildi. Partide çok daha vahim bir çöküşün önü açılmıştı. Bunu da kurultayın ikinci günü yapılan Parti Meclisi seçiminde gördük. İlk adımı da yine Kılıçdaroğlu attı. Önce o çok övündüğü parti içi demokrasiyi kendi elleriyle rafa kaldıran "Çarşaf liste"yi hükümsüz kılan 52 kişilik bir anahtar liste sundu. Bu, blok liste yapmaktı ve "Benim listem bu, oylarınızı buna göre verin" demekti.
Öyle de oldu. Ama bu dayatmaya rağmen bile listesi delindi ve delege 7 kişiyi çizdi. O 7 kişi arasında ise Sezgin Tanrıkulu ve Mehmet Bekaroğlu gibi Kılıçdaroğlu siyasetinin simgesel isimlerinin olması bir yeni bir işaretti. O işaret, Parti Meclisi yarışına çok sayıda farklı siyasi gruplaşma olarak yansıdı. Bu çok daha vahim bir çöküşün işaretiydi.
CHP'de sadece genel başkanlık için yarışan Kılıçdaroğlu-Muharrem İnce ekipleri yoktu. Arka planda onlarla da kavgalı, farklı hesapları olan çok sayıda grup PM için yarıştı. Kimler yok ki... İnce'ye yakın dursa da Baykalcılar ekibi, Murat Karayalçın-Fikri Sağlar ekibi, Engin Altay-Erdal Aksünger-Cemal Canpolat ve Battal İlgezdi ekibi, Erdoğan Toprak-Tekin Bingöl ekibi, Oğuz Kaan Salıcı-Canan Kaftancıoğlu ekibi, İstanbul'daki belediye başkanlarından oluşan Şükrü Genç-Altınok Öz ve Aykurt Nuhoğlu ekibi... Böyle birkaç ekip daha sayılabilir.
Bu kurultayla CHP çok parçalı yeni bir iç kaosa doğru sürükleniyor. Siyasi ayrışmadan çok, güç ve etkinlik savaşı üzerine kurulu bir yapılanma bu. Hiçbiri de Türkiye'nin geleceğine veya bölgesel pozisyonuna ilişkin bir fikir ortaya koymuş değil. Hiçbirinin gündeminde de Türkiye'nin sıcak sorunları yok. Dahası bir kısmı rahatsız olsa da CHP'nin, PKK-PYD veya HDP ile ya da FETÖ ile üstü kapalı ilişkisini sorgulamıyor, onların ABD ile ilişkisi karşısında sessiz kalmayı yeğliyor.
CHP'nin bu manzarası yine bir CHP'li tarafından, "Soğuk savaş dönemi Yugoslavya'sına" benzetiliyor ama ülkeye ve doğal olarak o ülkenin ana muhalefet partisi CHP'ye nasıl bir bedel ödeteceği üzerinde durulmuyor. Bu nedenle önümüzdeki süreç hem CHP hem de Türkiye için zor olacak. CHP, 2019'a giderken bırakın yüzde 48.6'yı blok olarak tutma becerisini, elindeki yüzde 25'i bile bir arada tutmakta zorlanacak. Bu da ya CHP'yi yeni bir iç hesaplaşmaya götürecek ya da hiç hesapta olmayan bir sertleşmeye...
İkinci olasılık çok daha yüksek görünüyor. Çünkü Kılıçdaroğlu'nun, sokaktan medet uman Selin Sayek Böke, "Bugün Suriye'ye savaş açsak, banko Esad'ı tutarım" diyen Sera Kadıgil gibi irrite edici bir dil kullanan isimleri Parti Meclisi'ne alması, Canan Kaftancıoğlu'nu da İstanbul İl Başkanlığı'na getirmesi hiç hayra alamet değil.
Böke ve yukarıdaki tweet'i atan Kadıgil, ne yazık ki delegeden de en çok oyu alarak seçildiler. Bu da CHP'nin ne hallere düştüğünün resmidir...