Eski CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, bir gece ansızın kaset komplosuyla gönderildi ama o günden bu yana da nasıl döneceği hep merak edildi.
Her kurultay öncesi ve her sıkışma anında onun adı ön plana çıktı. O da çok istiyordu. "Geri dönüyor, harekete geçiyor" denilse de bir türlü cesaret edip, ortaya çıkamadı. O değişiklik olduğu andan itibaren partinin yanlış yönetildiğini, rotasının kaydırıldığını gördüğü halde söyleyemedi, susmayı tercih etti. Kaygılarını daha çok özel sohbetlerde anlatmakla yetindi. Bunun bir nedeni CHP'nin bugünkü noktaya gelmesini isteyen odakların güçlü olmasıysa bir diğer nedeni de bizzat Baykal'ın "yeni siyaset" önerememesiydi.
Aslında o çirkin komplodan önce, farklı bir Baykal'ın ipuçları ortayı çıkmış hatta "Kutlu Doğum Haftası" ve Kürt kimliğine ilişkin yaklaşımıyla bunu göstermişti. Ama önü kesilince sustu. Oysa ondan beklenen, bu kadar çirkin bir komploya maruz kalmış, tarihi süreçlerden geçmiş, siyasi yanlışlara tanık olmuş tecrübeli bir siyasetçi olarak daha "uyarıcı" olması, siyasetin "akil" insanı "aksaçlısı" olarak Türkiye'nin bunca yıl enerjisini tüketmesini engellemesiydi.
Biraz geç de olsa, bu beklenti önceki gece CNNTürk'te gerçekleşti. O gece Türkiye toplumunun karşısına, insani ve ahlaki duruşuyla dikkat çeken bir Baykal çıktı. Baykal o gece, ülke her sıkıştığında yaptığı pozitif bir muhalefetin nasıl olması gerektiğini gösterdi. Hükümeti eleştirdi, Türkiye'ye sahip çıktı, "yerli ve milli" bir siyasetçi portresi çizdi.
Zamanlaması da iki nedenle uygundu. İlki, CHP'de kurultay kavgalarının bittiği ama parti ve seçmen tabanının rahatlamadığı bir dönemde konuştu. Daha önce olsaydı etkisi bu kadar olmaz, koltuk kavgasına yorulur, etkisizleştirilirdi.
İkincisi Türkiye'nin bir yandan ABDRusya öte yandan onlarla ilişkili İran -Suriye üzerinden sıkıştırıldığı bir dönemde ülkesine karşı sorumlu bir siyasetçinin yapması gerekeni yaptı. Her iki açıdan da ezber bozan, tarih yazan ve etkisini bir süre sonra çok daha net göreceğimiz bir çıkış yaptı. Birilerinin daha duyar duymaz, öfkelenmesi "AK Parti'ye yaradı" gibi ucuz suçlamaları boşuna değil.
Bu açıklamaların, kafaları karıştırılan büyük CHP kitlesi içinde bir karşılığı var. Çünkü o kitle uzun zamandır bir arayış içinde. Baykal, ilk kez kendi ülkesine "düşmanlaştırılmak istenen" bu kesime, Suriye'de küresel kumpasın üç ayağı, "IŞİD, Şii ve Kürt" üçlemesiyle ne yapılmak istendiğini çok çarpıcı biçimde anlattı.
İşte bölgeyi cehenneme çevirmekte bir aparat olarak kullanılan DAEŞ tespiti: "Herkes kendi derdini IŞİD'in üzerinden takip ediyor. Dünyaya 'IŞİD'e karşı mücadele ediyoruz' diyor, aslında kendi amacını gerçekleştirmeye çalışıyor."
Belki de en önemlisi, kurucu felsefeye sahip çıkan, 18 yıl CHP'nin genel başkanlığını yapan bir siyasi aktörün dilinden, ilk kez Suriye'de yaşananların adını koyup, "Şii kuşatması"ndan söz etmesiydi:
"Halep Sünni İslam kentidir. Bu kenti Rusya'nın, Esad'ın himayesine teslim etmek üzerine bir politikayı çok ciddi sorgulamak lazım. Niye göçüyor insanlar? Orada Halep'te bir katliam var. Tarihi kimliği değiştirecek süreç yaşanırken 'durun', 'bekleyin' veya 'izleyin' demek doğru olmuyor. Olay PYD olayı değil, Halep olayıdır. Olay Şii kuşatmasıdır."
Baykal, bu çıkışıyla sadece içinde yer aldığı cumhuriyetçi kitleyi değil, dünyayı da uyararak tarihe not düştü. Parti olarak CHP'ye yönelik söylediği "yönetim sorunu var" ve "taban umutsuz" tespitleri de yerinde ve tabanın hissiyatını yansıtıyor. Bu çıkış bir değişim getirir mi göreceğiz ama CHP'nin bir De Gaulle'e ihtiyacı olduğu çok açık.