Çözüm sürecinin kesintiye uğramaması için sivil toplum, her zamankinden daha aktif bir rol üstleniyor.
Bunu da süreci izleyen bir "üçüncü göz" olmak adına değil, destek olmak ve talep etmek için yapıyor.
Bu, çözüm sürecinin önünü açtığı yeni bir durum... Somut örneğini de İHH İnsani Yardım Vakfı'nın öncülük ettiği bölgenin "dindarmuhafazakâr" sivil toplum kesimlerini bir araya getiren Diyarbakır toplantısında gördük.
Liluz Otel'de yapılan toplantıya ilk kez 20 ilden, içinde cemaatler ve tarikatların da olduğu 700'ü aşkın sivil toplum örgütü ve 60'a yakın Kürdistan medrese geleneğinin sürdürücüsü olan "Seyda" ve "Melle" katıldı. (Medreselerde Seyda Profesör, Melle ise hocalığa denk düşüyor)
Açılış konuşmasını "Kürtler kendine acımazsa kimse acımaz. Sivil toplum kendi meselesine sahip çıkmalı" diyen İHH Başkanı Bülent Yıldırım yaptı.
Daha sonra, söz alan sivil toplum temsilcileri, Kürtçe, Türkçe ve Arapça; "Adalet ve Barış için sesimizi daha fazla yükseltiyoruz" ortak metinini okudu...
Bitlis'ten katılan Melle Abdülkerim Çevik şöyle diyordu:
"Çözüm süreci bizim için nimettir. Bir devletin halkıyla barışık olmasından, akan kanı durdurmasından ve yurttaşına hakkını teslim etmesinden daha güzel ne olabilir? Biz Şeyh Said'den sonra ilk kez sesimizi yükseltiyoruz. Ama şunu da görüyoruz, süreç yavaş işliyor ve bizi tedirgin ediyor."
Bir başka katılımcı ise şunu ekliyordu:
"(Süreçte) farklı etnik ve inanç grupları da dikkate alınmalı. Biz eşit halklarız ve eşit haklar istiyoruz..."
Kürt meselesi, geçmişte daha çok sol, milliyetçi ve radikal İslamcı siyasi akımlar tarafından gündeme taşınmıştı. Son yıllarda AK Parti sorunu sahiplenip çözme iradesini ortaya koydu ama bölgedeki dindar ve muhafazakâr kesimler aynı oranda sorunu sahiplenmedi. Bu durum, bölgede uç siyasetlerin öne çıkmasını sağlarken, muhafazakârların da eleştirilmesine yol açtı.
Hüda-Par muhafazakârlara oynuyor
Bugün ise, "İslamcı" Muhafazakâr Kürtleri harekete geçiren farklı bir durum var; Artan PKK-Hüda-Par gerginliği...
6-7 Ekim ve Cizre olaylarıyla artan gerginlik, toplumsal kutuplaşmayı hızlandırdı.
Ve ortaya hiç istenmeyen bir fotoğraf çıktı; PKK ve çevresi, karşısında Hüda-Par ve "İslamcı" muhafazakâr kitle...
Hüda-Par, bir anlamda PKK ve çevresiyle yaşadığı gerginliği "dindar-Laik" ayrımı üzerine oturtarak geniş bir kitle tabanı yaratma siyaseti izledi. Hatta bölgedeki muhafazakârlara göre, Hüda-Par, bilinçli olarak PKK'nın üzerine gelmesini sağlayacak bir siyaset dili kullandı.
Bu tabii, PKK'nın bölge sosyolojisini dikkate almadığının da bir işareti.
Diyarbakır'daki "İslamcı-Muhafazakâr" sivil toplum örgütlerinin asıl bir araya geliş nedenleri bu...
Bölgede olup bitenleri yakından izleyen genç bir siyasetçi şöyle diyor:
"Çözüm sürecinde iki uç siyasetten birini tercih etmek zorunda değiliz. Kürt toplumunda bin yıllık bir medrese geleneği var. Bu geleneği yaşatan bir toplumun uç siyasetlerle işi olamaz. Biz makulü arıyoruz..."
Ortak bildiride bu arayış dile getirildi:
"Bizler alimler, aydınlar, STK ve cemaatler olarak Kürt Türk İttifakının, kardeşliğin, Ortadoğu'daki bütün oyunları bozacağına inanarak bölgemizde kan ve göz yaşını durduracak her türlü olumlu çabanın içerisinde olmaktan onur duyarız. Bu anlamda bu sürecin tarafı ve takipçisiyiz..."