17 Aralık'la başlayan ve TIR operasyonlarıyla süren kuşatmayı MGK'nın "ulusal güvenlik" sorunu olarak ele alması yeni bir dönemi işaret ediyor.
Bu da bir birikimin sonucu. Biraz geriye bakınca işin ulusal güvenlik boyutunun yeni olmadığı anlaşılır.
Alın İstanbul ve İzmir'de devam eden Askeri Casusluk ve Şantaj Davaları'nı...
O davalardan birinde yargılanan ve kendisini "çok kısa sürede cezaevine girecek bir deniz subayı" olarak tanıtan kişi, aramalar sırasında nasıl bir yol izlendiğini şöyle anlatıyor:
"Yargı ve emniyetteki paralel yapının çok yakında ortaya çıkacağına inanarak, önemli bir hususu hatırlatmak istiyorum.
Paralel yapının casusluk faaliyetleri sadece dinleme ile sınırlı değildir.
Yargı vasıtasıyla arama emirleri bahane edilerek TSK'nın en mahrem yerlerine girilmiş ve bilgisayarlara nüfuz edilmeye çalışılmıştır."
Bunun için de aynı anda Genelkurmay Başkanlığı, Deniz Kuvvetleri ve Donanma Komutanlıkları Harekât Şubeleri için arama emirleri çıkartılmıştır. Deniz subayı, amacın kurumsal sunuculara girmek olduğunu belirtiyor ve ekliyor: "Ancak aramaya nezaret edenler tarafından bu husus mümkün olduğunca engellenmiştir. Bu bilgiler tüm diğer ülkelerin iştahını kabartabilecek niteliktedir."
Askeri Casusluk ve Şantaj davaları sadece "casusluk" meselesine değil aynı zamanda "montaj" tartışmalarına da ışık tutuyor.
Bu günlerde bazı partilerin siyasi malzeme olarak kullandığı ses kayıtlarının "montaj" olup olmadığı konusu yoğun biçimde tartışılıyor.
Oysa başta CHP lideri Kılıçdaroğlu olmak üzer herkes biliyor ki, geriye dönüp bakıldığında bunun sayısız örneği var.
Rus ajan Vika!
Onlardan biri de Askeri Casusluk Davası'nda yargılanan Albay İbrahim Sezer'le ilgili... Sezer'e yapılanlar, montajla neler yapılacağına iyi bir örnek. Askeri casusluk ve şantaj soruşturması kapsamında gözaltına alınan emekli Albay Sezer'in telefon konuşmalarına ilişkin dökümler ortaya çıkınca ilginç bir şey fark edilir.
Sezer'in 14 Temmuz 2010 tarihli bir telefon konuşmasında, "Rus ajanı olduğu gerekçesiyle sınır dışı edilen Vika" kod adlı Leyla Tanrıverdiyeva isimli kadınla konuşması da yer alır. Ancak, gerçekte böyle bir konuşma yok. Albay Sezer, ne hedeflendiğini şöyle anlatır:
"Ben bir Albayım. Benim 'Vika' adlı fuhuş çetesi ile bir bağlantım yok. Beni kasten oraya eklediler. Benim gibi 56 Türk subayının da hayatına etki etti bu durum. Bu organizasyon ile hiçbir bağlantım olmamasına rağmen davaya konu tutanakta 'Vika' ismini konuşmamda varmış gibi geçirterek, beni bu soruşturmaya dahil ettiler."
İnanılmaz değil mi? Yani Albay İbrahim Sezer hakkında, hiç konuşmadığı "Rus ajanı Vika" kod adlı kadınla konuşma yapmış gibi işlem yapılıyor ve dava açılıyor.
Yapanlar da belli: İstanbul Organize Şuçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü'nde görevli komiser Haşim Gülal ve polis memuru Sezai Akgün... Şimdi o iki polis de 3 yıl hapis cezasıyla yargılanıyor. Peki, niye bu montajı yapmışlar? Komiser Gülal o kadar rahat ki olmayan konuşmayı dosyaya koymasını şöyle savunabiliyor: "Kasten yapılmış bir iş yoktur. Beraatimi istiyorum."
Gördüğünüz gibi ortada "montaj ve şantaj" yapan bir yapı var ve sürekli bir şeyler üretiyor.
Yaptıkları da yapacaklarının teminatı!
Düzeltme: Dünkü yazıda İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Hadi Salihoğlu'nun ismini yanlış yazdım, düzeltir özür dilerim...