Çözüm süreci doğal mecrasında akıyor. PKK elindeki kamu görevlilerini bırakarak önemli bir jest yaptı. Ama daha önemlisi Avrupa ve Kandil'den beklenen cevapların gelmesi ve içeriğinin de "olumlu" olması.
Bu durum, toplumda barış isteyenleri "temkinli" de olsa daha da umutlandırdı. Eminim sürecin sekteye uğramasını dört gözle bekleyenleri de hayal kırıklığına uğrattı.
Gelişmeleri izlemek için gittiğim Ankara'da bir grup siyasetçi ve akademisyenle buluşup sürecin nerden nereye geldiğini ve yakın geçmişi konuştuk. Bir an o KCK tutuklamalarının yoğun yaşandığı, çatışmanın yükseltildiği günlere gittim.
O günlerde "Yeni Türkiye"de şiddet ve silahlı mücadeleyle demokratik hakların alınamayacağını, güvenlikçi politikalarla da Kürt toplumunun demokratik haklarının önüne geçilemeyeceğini ısrarla yazdım.
Tıpkı 22 Ekim 2011'de olduğu gibi: "BDP bölgeden yükselen sivil sese kulak vererek, yeni dönemin önünü açabilir. ETA'nın silah bırakması İspanya demokrasisi için bir zaferse, PKK'nın silah bırakması sadece Türkiye için değil bölge demokrasisi için bir zafer olur."
Ve 18 Kasım 2011 tarihli "PKK silahları sınır dışına çekerse" başlıklı yazı:
"Bir an için 1999'a gidelim. PKK lideri yakalanıp Türkiye'ye getirilmiş. Siyasi zemin bugünküyle kıyaslanmayacak kadar geride. Olağanüstü Hal bile devam ediyor. Ne TRT Şeş var, ne askeri vesayet bu kadar geriletilmiş.
Peki, bu zeminde PKK ne yapıyor? Tek kurşun atmıyor. O koşullarda bunu yapabiliyor. Şimdi PKK yönetimi çıksa ve 'Silahları sınır dışına çekiyorum ve tek kurşun atmayacağım' açıklaması yapsa ne olur?
Buyurun 'Türkiye toplumunun demokratik anayasasını yapın' dese tüm ezberler bozulmaz mı?"
Biraz geç ve "temkinli" de olsa bu noktaya doğru gidiyoruz. O günlerde bu yazdıklarımıza kimi şüpheyle baktı, kimi ağza alınmayacak sözlerle kirli köşelerinde bize saldırdı.
Ama vazgeçmedik, sivil siyasetle, demokratik mücadeleyle her türlü hakkın alınabileceğini savunduk, savunmayı da sürdüreceğiz.