Medyada Öcalan-Mandela benzetmesi çok yapıldı ama asıl önemli olan "müzakere süreci"ndeki benzerlikler.
Bu konuda ders alınabilecek ödüllü bir film var: Endgame... William Hurt gibi ünlü oyuncuların rol aldığı film, belgesel tadında Güney Afrika'daki "müzakere sürecinin" hangi aşamalardan geçtiğini anlatıyor.
Soluk soluğa izlerken şaşırıyorsunuz. Bu kadar mı benzerlik olur? Tabii orada süreci iş dünyası başlatıyor. Güney Afrika'da yatırımları olan bir elmas firması yatırım güvencesinin tehlikeye girmemesi için hareket geçer. Görevlendirilen bir "halkla ilişkiler" uzmanı, önce "Akil İnsan" denilen bir profesörle yola çıkar.
Sonra bu çabaya zaman içinde hükümet ve Afrika Ulusal Örgütü (ANC) de katılıyor.
Türkiye'de bilinenin aksine ANC de ciddi anlamda silahlı mücadele veren, şiddet kullanan bir örgüt. G. Afrika'daki ırkçı rejimin uygulamaları, ölümler, gözaltında kaybolmalar, patlayan bombalar zaten biliniyor. Bu ortamda uzun süre müzakere için "akil insan" olmaya kimse yanaşmaz.
İlk adım 1985'te atılır. Üç yıl sonra 1988'de bir araya geliniyor. Aynı sıralarda Roben adasındaki cezaevinde yatan Mandela ile de istihbarat başkanı konuşur. Bu da ilginç bir benzerlik. Bu görüşmeler sürerken ANC'nin önemli bir avukatının arabasına bomba konulur. Bir süre sonra da ANC bir alışveriş merkezinde bomba patlatır ve 4 kişi ölür.
Görüşmelere katılan profesörün şu sözü bize hiç yabancı değil: "Başkan sık sık 'silah bırakmadığınız sürece görüşme olmaz' diyor ama benim burada olmam da başka bir şeyi gösteriyor."
Filmi izlerken her an iplerin kopacağı hissine kapılıyorsunuz. Hatta ANC içinde şiddetin sürmesini isteyenlerin müzakere yanlılarına saldırıları, sabotajları insanı ürkütüyor.
1989'da Berlin Duvarı yıkılınca süreç daha da hızlanıyor. 1990'lara yaklaşılırken Mandela ile görüşmeler sıklaşıyor. Mandela dışarı çıkarılıyor, takım elbise giydiriliyor. İstihbarat başkanı ısrarla "şiddeti kınayın" diyordu ama onlar yanaşmıyordu. Kısaca ne Mandela, ne ANC melekti.
Müzakere sırasında şu sözler sık duyuluyordu: Profesör hükümet yetkililerine soruyor. "Silahı bırakmaları karşılığında ne vereceksiniz?" İstihbarat başkanı cevap veriyor: "Bir şey verdikçe daha fazlasını isteyecekler."
Bu gelgitler sürerken, devreye seçim giriyor ve G. Afrika'daki sistemin güçlü isimlerinden genelkurmay ikinci başkanı De Klerk devlet başkanı olur. Başlangıçta istihbarat başkanına randevu bile vermeyen yeni devlet başkanı sürpriz biçimde kardeşini müzakerelere gönderiyor.
İlk görüşmede pek konuşmayan kardeş, ikinci görüşmede 11 Şubat 1990'da sözü uzatmadan Devlet Başkanı De Klerk'in koşullarını sıralıyor: "Hükümetle resmi müzakereye ANC ne zaman başlayabilir? Şartlarınız nelerdir? Takvim nasıl olmalı?"
ANC yetkilisinin cevabı da aynı netlikte olur: "Başkana hiçbir önkoşulumuz olmadığını söyleyin. Takvimi kendisi belirlesin, biz uyarız. Yeni anayasada uzlaşılırsa silahlı mücadeleyi hemen bitiririz."
Herkes şaşkındır ama bu gelişme müthiş heyecan yaratır. Ve bir süre sonra G. Afrika Devlet Başkanı De Clerk tüm dünyanın dikkatle izlediği basın toplantısında açıklar:
"Mandela'nın kayıtsız şartsız tahliyesine karar verilmiştir. Siyaset yasağı kaldırılmıştır. Artık müzakereler başlayabilir. Hızımızı kesmeyeceğiz, başarısızlığı kabullenmeyeceğiz."
İşte dünyanın en ırkçı, Apartheid rejimi böyle değişti. Her ülke kendi değişimini kendi belirleyebilir ve barışa kavuşabilir. Yeter ki analar ağlamasın!