İki gündür Ankara'dayım. İlk durağım evlat acısıyla sarsılan değerli dostum Sırrı Sakık'ın Çankaya Hoşdere'deki taziye evi oluyor.
Sabır dilemekten başka bir şey gelmiyor insanın elinden... Sedar'ın ölümü, çatışma zemininin sadece dağları, sokakları zehirlemediğini, evlerin içine kadar girip "travmalara" neden olduğunu da gösteriyor.
Bu nedenle Ankara'nın siyaset kulislerinden Türkiye'ye bakarken insanın içi kararıyor.
Ve bir umut ışığı bulabilir miyim diye çaldığım her kapıdan, aynı umutsuz cevapları alıyorum: "Bir süre daha bu acılar yüreğimizi yakacak."
Öyle de oluyor. Bir acı bitmeden öteki geliyor. Bingöl saldırısı tam anlamıyla sarsıyor insanları. İster istemez insanlar, Mayıs 1993'te 33 erin öldürülmesiyle kıyaslıyor bu saldırıyı.
Yeniden "Acaba ordu içinde karanlık bir hesaplaşma mı yaşanıyor?" dedirtecek bir saldırı bu...
İnsanın aklı almıyor, hâlâ nasıl olur da silahsız 200 asker otobüslerle gönderiliyor? Bunda kuşkulu bir durum yok mu?
Bingöl-Muş karayolunda 10 şehit 70 yaralı olayını sadece PKK'nın stratejisiyle açıklamak mümkün görünmüyor. Hatta hiç yabancısı olmadığımız bir sonuçla da karşılaşabiliriz. O saldırganlar gerçekten PKK'lı mıydı? Göz göre göre gün ortasında böyle bir saldırıyı gerçekleştirip kaybolmak başka nasıl izah edilir?
Bu fotoğrafa, Uludere'de 34 yurttaşın katledilmesi ve Suriye'nin düşürdüğü uçak olayıyla birlikte bakınca, soru işaretleri daha da artıyor.
90'lardan bu yana siyasetteki gibi ordu içinde de iki ana aksın ciddi çatışma içinde olduğu biliniyor. Acaba eski Türkiye özlemi içinde olanlar bu zeminde yeniden mi harekete geçti?
Onların harekete geçtiklerinde neler yapabildiklerini yakın tarihimizden biliyoruz. Bugün soruşturulan komutan suikastları, 33 erin ölümü, faili meçhul cinayetler o tür bir harekete geçişin sonuçlarıydı.
Onları aydınlatabilseydik bugün belki anlamakta zorlandığımız bu saldırılar gerçekleşmeyebilirdi. Bu yüzden acilen yakın tarihle yüzleşmemiz gerekiyor.