Türkiye'de ilk kez Kürt meselesinde çözüme ilişkin güçlü bir zemin oluşuyor. Hükümet ve devlet kurumları ilk kez aynı dili kullanıyor. CHP ilk kez çözüme yönelik devreye giriyor.
Benzer ilkler Kürt hareketinde de yaşanıyor. Dün "silah sigortamızdır" diyebilen Leyla Zana bugün ezber bozan bir çıkış yapıyor ve sivil siyasetin vanasını açıyor.
Şerafettin Elçi başta olmak üzere BDP çizgisi dışındaki Kürt partileri gelişmelere sıcak bakıyor.
Uluslararası zemin de sorunun çözümü için elverişli durumda. Başta ABD ve Irak Kürdistanı yönetimi olmak üzere herkes "silahlı mücadeleye son" verilmesini istiyor.
Kısaca sorunla ilgili tüm aktörler köklü değişim içinde... Bu gerçeği Murat Karayılan, Avni Özgürel'e verdiği röportajda şu sözlerle dile getiriyor: "Hemen herkesin tavrında belli bir değişim var. Fakat bir psikolojik eşik var. O eşik aşılamıyor."
Bu eşiği Başbakan Erdoğan'ın aşabileceğini ise şu sözlerle anlatıyor: "Bu konuda AKP'nin alacağı tavır önemli; özellikle de başbakanın tavrı belirleyicidir. Yapabilir. Yani tarihi sorumluluk onun üzerindedir."
PKK liderinin tespitleriyle Leyla Zana'nın söyledikleri örtüşüyor. Zana'nın süreci tetikleyen açıklamasında Irak Kürdistanı yönetiminin etkisi büyük... Çünkü Zana, Kürt hareketi içinde Mesud Barzani'ye yakınlığıyla bilinen bir isim. BDP yönetiminin sert eleştirisine rağmen görünen o ki, Zana'nın açıklaması deyim yerindeyse Kürt hareketlerinde deprem etkisi yarattı.
Bu, PKK'yı da derinden etkileyecek. Aylar önce bu köşede yazdığımız gibi PKK geçmişle kıyaslanmayacak kadar tarihi bir tercihle karşı karşıya. Silahlı mücadeleyi yapamadığı için değil, PKK giderek yalnızlaştığı için silahları terk etmek zorunda.
Bunu hükümetin atacağı olumlu adımlar daha da hızlandıracak. Şu ana kadar Başbakan Erdoğan ve diğer AK Partili siyasi aktörlerin yaklaşımı olumlu. CHP de siyaseten üzerine düşeni yapıyor.
Bir anlamda siyaset ön açıcı rolünü yerine getiriyor. Böylece bugüne kadar iktidarların sürekli ertelediği, askere havale ettiği Kürt meselesinde ilk kez iktidarı ve muhalefetiyle sivil siyaset inisiyatif alıyor.
Türkiye toplumu da geçmişle kıyaslanmayacak bir olgunlukla gelişmeleri sessizce izliyor ve çatışmaların bitmesini istiyor.
İşte bu noktada başta iş dünyası olmak üzere sivil toplum örgütlerinin, üniversitelerin devreye girmesi gerekiyor.
TÜSİAD, TOBB gibi iş dünyasının önde gelen kuruluşları sadece demeç vererek değil, somut adım atarak bu süreci kalıcılaştırabilirler.
Yeni teşvik yasası da gündemdeyken iş dünyasının önde gelen isimleri bir araya gelerek, "Doğu ve Güneydoğu'ya 2 milyar dolarlık yatırım yapıyoruz" açıklaması yapsalar siyasetin işi daha da kolaylaşmaz mı?
Türkiye tarihi bir sorununu çözme aşamasında... Bu süreçte siyasetin yol arkadaşlarına ihtiyacı olduğu çok açık. Sivil toplumun, üniversitelerin, kanaat önderlerinin devreye girmesinde yarar var.
Kısaca herkes elini taşın altına sokmalı. Çünkü siyasetçi risk üstlenir ancak kimse de siyasetçiden boş havuza atlamasını beklemesin... Çözüm isteyenlerin de, çözüm bekleyenlerin de en azından CHP lideri kadar risk üstlenmesi gerekiyor.
İşte o zaman bu ülke, özgürleşme ve zenginleşmesinin önündeki en büyük engeli "savaşarak" değil demokrasi içinde "konuşarak" çözer ve bir mucizeye imza atar.
Önümüzdeki ramazan ayını şiddetin sonlandığı bir başlangıç olarak düşünmek hiç de hayal değil...