Milliyetçiler ve ulusalcıların "taviz", BDP ve PKK'nın "göz boyama" diye baktığı şey aslında tarihi bir adım ve bir dönüm noktası...
Daha düne kadar "dil böler" diyenlerin egemen olduğu, anayasanın 42'nci maddesinin tek gerekçesi Kürtçe olan bir ülkeden söz ediyoruz.
Şimdi o yasaklanan Kürtçe'yi "seçmeli dersle" özgürleştirecek yeni bir dönemin kapısı aralanıyor.
Elbette bir halka, ana diliyle eğitimi "seçmeli" vermek işin doğasına aykırı... Ancak burada bir toplumun meşru hakkı olan "ana dille eğitim"in sivil topluma mal edilememesi gerçeğini görmek gerekiyor.
Çünkü şiddet tüm insani ve demokratik hakları gölgeledi.
Birkaç yıl önce Berlin'de Kürdistan Veliler Birliği isimli bir dernekten söz etmiştim. O derneğin görevi, AB yasaları ve Almanya anayasası çerçevesinde Kürt öğrencilerin kullanabileceği hakları uygulamaya geçirmek.
Berlin'de yaşayan Kürtlerin ana dillerini öğrenme hakları var. Bu hakkı kullanmak için 10 öğrencinin bir araya gelip başvurması yeterli. Bu durumda devlet onlara, resmi dil Almanca yanında ana dilleriyle eğitim vermeyi de taahhüt ediyor. Üstelik seçmeli değil.
Peki, bu hakkı kullanan var mı?
İlginçtir, Berlin'de 50 bin Kürt nüfus olmasına rağmen ana dille eğitim için başvuran yok.
Neden acaba?
Bunda pazar dili olamamanın etkisi var ama asıl önemli olan o dilin yok olmasını engellemek için siyasal mücadele verenlerin gereğini yapmaması...
Daha önce de yazdım, Kürt siyasi hareketleri silaha milyarları dökerken, siyasi mücadeleyi sokaklara taşırken, Kürtçenin yaşayabilmesi için elle tutular bir şey yapmadı. Alın dil meselesini... Dünyanın dört bir yanında var olan Kürt siyasi hareketleri neden Kürtçe eğitim veren bir üniversite kurmadı?
Bugün hem televizyonlarda Kürtçe konuşacak, hem de ders verecek yeterlilikte yetişmiş insan bulmak zor. Tabii yasakçı devlet bunu bilerek yapmadı, peki ama Kürt hareketleri neden yapmadı?
AB ülkelerinin tanıdığı olanaklar bile değerlendirilmedi.
Siyasi irade Kürtçe seçmeli dersin yolunu açarak kilitlenen bir meselede yeni bir hamle yapıyor. "Yetmez ama evet" denilebilecek bu hamleyle CHP'nin yeni süreçte rol alması bir arada düşünülünce, Kürt meselesinde "çözüm" iradesinin artık devrede olduğu anlaşılıyor.
Silahlara değilse bile "Silahlı mücadeleye son" verilebilecek yeni bir sürece giriyoruz.
1998'den Haziran 2004'e kadar silahları susturanlar bugün de susturabilir. Bugün silahların susmasına o günden daha fazla ihtiyaç ve gerekçe var. Çünkü Türkiye, tarihi bir fırsatı yakalamış durumda. Bunun ne olduğunu BDP Milletvekili Leyla Zana şöyle açıklıyor:
"Bunu hepimiz açıkça söyleyelim ve kabul edelim. Bu işi isterse en güçlü durdurur."
Cesur çıkışıyla atılan olumlu adımların hakkını veren Zana, Hürriyet gazetesine verdiği söyleşide "bu işi isterse" kimin çözebileceğini de açık açık söylüyor:
"O güçlü kimdir, şimdiki hükümettir. O hükümetin başı Recep Tayyip Erdoğan tarihin en güçlü hükümetinin başındaki isim isterse o iradeyi gösterir, buna gücü yeter ve bu sorunu da çözer. Ben onun bu işi çözeceğine inanıyorum. Buna dair umudumu da, inancımı da asla yitirmedim. Yitirmek de istemiyorum."
Zana, umudunu yitirmek istemiyor ama o isteğini de anlamlı bir çağrıyla tamamlıyor:
"Şimdi hepimizin yapması gereken, hepimizin başbakanın sorunu çözmesinde yanında olduğumuzu ona hissettirmemiz, onu teşvik etmemizdir."
CHP'nin çözüme katkı çabasıyla Zana'nın bu arayış feryadını görünce, Türkiye'nin geleceğine ilişkin umudum artıyor.