Türkiye'de cumhuriyetin başından beri ötelenen sorunlardan biri "Alevi" meselesi...
Ne ilginçtir ki, kendisini Sosyal demokrat olarak niteleyen CHP'nin, iktidar ve iktidar ortağı olduğu dönemlerde bile sorunun adı konmadığı gibi çözüm de üretilmedi. Oysa toplumsal talepleri demokrasinin sınırlarını zorlamayan bir Alevi meselesi vardı ve bu sorun "sorun" olmaktan çıkartılamamıştı.
Alevi toplumunun çok parçalı olması bir yana, iktidar olduğu halde muktedir olmayan siyasi partiler bu meseleye net bir bakış getirmedi, getiremedi. 2010 Türkiyesinde sorun gelip şu soruda kilitlendi: "Cemevleri ibadethane mi değil mi?"
AK Parti bu noktaya kadar önemli adımlar attı ama sonlandıramadı. Liberal, demokrat, sol çevrelerin, "Bir toplum cemevine ibadethane diyorsa onlar için ibadethanedir. Kimse karışamaz" demesi kolaydı ama muhafazakâr bir parti için bunu söylemek kolay değildi. Hatta doğru bulunmuyordu. Bu nedenle AK Parti, cemevlerine "ibadethane" statüsü veren iktidar olmak istemiyordu.
Bir süre önce konuştuğum AK Parti'nin etkili isimlerinden biri şöyle diyordu:
"Alevilik bir din olmadığına göre cemevi de ibadethane değil. Biz nasıl caminin, kilisenin ve havranın yanına cemevini koyacağız? Bu doğru değil."
Birkaç gündür Faruk Tuncer'in yayına hazırladığı Eski Diyanet İşleri Başkanı Tayyar Altıkulaç'ın anı kitabını okuyorum.
Diyanet işleri Başkanlığı'nda başkanlık dahil uzun yıllar çalışan hatta yön veren isimlerden biri olan Altıkulaç, anılarında Alevilik meselesine geniş yer veriyor.
Anılardan çıkardığım kadarıyla 12 Eylül askeri darbe döneminde çok tartışılan Alevi köylerine cami yapma projesinin de fikir babası.
Anı kitabında, Demirel'den Ecevit'e Kenan Evren'den Fethullah Gülen'e kadar çok sayıda isimle yaşadıklarını anlatan Altıkulaç, "Cemevi İbadethane mi?" sorusuna da açıklık getiriyor.
Altıkulaç, cemevi meselesine bir soru sorarak başlıyor:
"Cemevlerini camilere alternatif gören, Alevi'nin ibadethanesini cemevi, Sünni'lerinkini cami olarak gösterme gayreti içinde olan bazı Alevi önderlerinin yaptıkları şey -kasıtları bu olmasa da- aynı bölücülüğün bir başka şekli değil midir? Bu ayrımı yapmanın 'Alevi'nin kestiği yenmez' demekten farkı var mı?"
Sonra da ayrıntılı açıklamayı yapıyor: "Havra'yı ibadethane olarak bilen ve oraya ibadet kastıyla girip çıkanların peygamberlerinin adı belli: Hz. Musa (a.s.). Kiliseninki de belli: Hz İsa (a.s). Ya camininki, o da belli: Hz. Muhammed (a.s.). Peki, cemevlerinin ibadethane olmasını isteyenlere sormak gerekmez mi?
Cemevi dediğiniz bu yerlerin peygamberi kim? Siz hangi peygamberin ümmetisiniz?"
Altıkulaç kendi sorduğu soruya şu cevabı veriyor:
"Hiç şüphesiz Alevilerin bir kısmı 'Bizim peygamberimiz Hz. Muhammed'dir' diyeceklerdir ve demektedirler.
Nitekim Kızılcahamam'da 28 Ocak 2010'da gerçekleştirilen 7. Alevi Çalıştayı'nda 'Hak, Muhammed, Ali' ifadesine tekrar tekrar vurgu yapılmış, Hz. Peygamber'in ümmeti olma konusunda hiçbir tereddüde yer verilmemiştir. O takdirde 'Hepimizin peygamberi olan Hz. Muhammed ve onun sevgili damadı Hz. Ali ne zaman ve hangi cemevine gidip ibadet etti?' sorusuna ne cevap verilecektir?"
Bu açıklamalar nasıl yankılanır bilinmez ama uzun yıllar Diyanet İşleri Başkanlığı yapan Altıkulaç'ın Alevilerin o başkanlıkta neden bugüne kadar temsil edilmediği meselesine de bir açıklık getirmesi gerekiyordu.
Devlet bütçesinden sadece "Sünnilerin" yararlanıyor olması adalet duygusuyla bağdaşıyor mu?