İbrahim Tatlıses'in vurulduğunu o gece yarısı öğrenince bir an geçmişe gittim. Tatlıses'i Türkiye'nin tanıdığı ünlü sanatçı olarak değil, insan olarak yine böyle kurşun seslerinin duyulduğu bir olaydan sonra tanıdım. Sonra da o kurşun sesleri çevresinden hiç eksik olmadı... Yaşam biçimi mi, kişisel ilgisi mi ya da yaptığı işin gereği mi, ne derseniz deyin hep silahla ve silahla iç içe çevrelerle birlikteydi.
"Ayağında Kundura"yla geldiği İstanbul'da, sadece varoşların değil, beyaz Türklerin de sosyetenin de ilgisiz kalmadığı, izlediği bir sanatçı oldu.
80'li yılların sonunda o mesleğinin zirvesindeyken, biz daha yeni merdivenleri tırmanıyorduk.
Gazetecilik yaşamımın bazı dönemlerinde ilginç rastlantılarla Tatlıses'i tanıdım.
İlki, 80'lerin sonuna doğruydu.
Nokta dergisi adına sevgili arkadaşım Ayda Özlü Çevik'le birlikte İbrahim Tatlıses ile söyleşi yapacaktık.
O sıralarda kimseye röportaj vermeyen İbrahim Tatlıses'le konuşmak ikna etmek kolay değildi. Devreye Tatlıses'in kapsama alanında olan yeraltı dünyasını sokmuştum...
Ankara'da yaptığımız söyleşiyi yazı işleri müdürüne verdikten sonra yayın kurulunda tartışılmış ve o günlerde meşhur olan "Allah Allah bu nasıl sevmek" şarkısından yola çıkılarak kapakta "Allah Allah Bu Nasıl Kıro?" manşetinin kullanılmasına karar verilmişti.
Duyunca inanılmaz rahatsız oldum. Kürtleri aşağılayan "Kıro" kapağa taşınacaktı... Altında imzası olan biri olarak itiraz ettim ve derginin sahibi rahmetli Ercan Arıklı o sözün kapak olmasından vazgeçti.
Zaafları da çok artıları da
Tatlıses'le ikinci karşılaşmamız 90'lı yıllarda ve Susurluk sürecinde oldu. Urfalı Tatlıses'i bu kez o günlerde kırmızı bültenle aranan ülkücü Abdullah Çatlı, milletvekili Sedat Bucak ve o dönemin yeraltı dünyasından Drej Ali lakaplı Ali Yasak'ın çevresinde görüyordum.
Sohbetlerdeki tavrını da hiç unutmam. Kürt meselesinin öne çıktığı, PKK ile çatışmaların arttığı, faili meçhul cinayetlerin yoğunlaştığı o günlerde, ne zaman Kürt sorunu tartışılsa veya rahmetli Cumhurbaşkanı Turgut Özal'dan söz edilse Tatlıses, hem Kürt kimliğine hem de Özal'a hep sahip çıktı.
Sonra bir kez daha 2000'de Taksim Maksim Gazinosu'nda karşılaştık. Aradan yıllar geçmişti. O yıllar içinde Susurluk skandalı patlamış, ben de Çatlı'nın Türkiye'de bir düğündeki video görüntülerini yayınladıktan sonra silahlı saldırıya uğramıştım.
Maksim gazinosunda karşılaşıp ayaküstü konuştuğumuzda hemen arkasında duran, siyah takım elbiseli genç adamın ceketini ilikleyerek "Hürmetler Mahmut Abi" dediğini hiç unutmam. Beni vuran tetikçi, Tatlıses'in korumasıydı...
Türkiye'de hayatta kalmakla ölüm arasında ince bir çizgi var.
İşte en son bir buçuk ay önce Günay'da sahnedeydi... Türkçe-Kürtçe harika türküler söyledi. Müthişti...
Ama ertesi gün (30 Ocak tarihli) köşemde Mahsun Kırmızıgül'ün "Halepçe" projesinde Saddam Hüseyin rolünü Tatlıses'e önerdiğini yazınca telefon açıp sitem etti.
Hep zirvelerde dolaşan ama kendi gibi yaşayan iyi bir adam Tatlıses.
Zaafları da artıları da çok. Ayağında kunduruyla geldi, zirvelere çıktı, özel uçaklara bindi ama çevresinden kurşun seslerini uzaklaştıramadı. İstemedi de... Şimdi hastanede yaşam mücadelesi veriyor.
Allah'tan şifalar diliyorum...