CHP'nin şu anki durumu o ünlü halk sözünü hatırlatıyor: "Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur."
Birkaç gün önce CHP'deki değişimi ve Baykalcıların ayrılıp gidebileceğini yazınca hem CHP'lilerden hem de CHP'ye umut bağlayanlardan çok olumlu tepkiler geldi. Ama CHP'deki yeni çizgiyi, değişimi öne çıkartmak ne mümkün... Bakın bir anda "değerler üzerinden siyaset" yapanlar devreye girip havayı değiştiriyor. CHP bu ikili yapıdan kurtulmadığı sürece işi zor. İçeride ciddi bir kaynama var. Kemal Kılıçdaroğlu bunun farkında. CHP'yi sıkıştığı dar siyasi alandan kurtarmak için çaba harcıyor.
İlk kez Abant toplantısıyla tartışma zemin açıyor. Medya yöneticileriyle buluşuyor. Toplumun farklı kesimlerine ulaşmak için önümüzdeki günlerde bu buluşmaları da sürdürecek. Bu çaba devam ederken bir bakıyorsunuz, ortaya CHP Meclis Grup Başkan Vekili Muharrem İnce çıkıp, bütün bu olup bitenleri sıfırlıyor. Hem de sert bir siyasi yaklaşımla...
"Ben o resepsiyona gitmeyeceğim, birçok arkadaşımın da gitmeyeceğini düşünüyorum. Siyaset ilke işidir. Yeniden seçilememe gibi bir kaygım yok. Resepsiyonla ilgili parti içinde neler konuştuğumuzu genel başkanımız biliyor. Bunların tamamını 30 Ekim'de konuşuruz. 29 Ekim'de ne olacağını hep birlikte göreceğiz. Gazeteciler patronlarıyla aynı şekilde düşünmek zorunda olabilirler; fakat ben genel başkanımla aynı düşünmek zorunda değilim."
Bu çıkış Kılıçdaroğlu'nu da şaşırtıyor. Ve doğal olarak şöyle diyor.
"29 Ekim'e daha çok var. Bu neden ulusal sorun haline geldi anlamıyorum."
Kılıçdaroğlu'nun bile anlamadığı bu durum akla şu soruyu getiriyor: İnce, bu çıkışı yalnız başına mı yapıyor?
Dün erken saatlerde CHP kulislerini yokluyorum. Genel sekreter Önder Sav'a yakın bir isme bu açıklamanın ne anlama geldiğini soruyorum. Hiç tereddüt etmeden açıklamanın doğru olduğunu söylüyor. Hatta farklı fikirlerin yarışması olarak niteliyor. Anlaşılan İnce'nin arkasında Önder Sav var. Bunun ne demek olduğu çok açık; CHP'de sadece Kılıçdaroğlu ile Baykal arasında değil aynı zamanda Sav ve Kılıçdaroğlu arasında da ciddi bir sorun var. Gerçekten birbirine zıt bu fikirlerin bir arada yaşaması artık pek mümkün görünmüyor. Ve CHP yavaş yavaş bir ayrılık noktasına geliyor. Bir tarafta yüzde 7'lerde olduğu tahmin edilen "laik-ulusalcı" bir kesim var, öte yanda yüzde 30'ları aşabilecek bir "sosyal demokrat" potansiyel...
Peki, hangisi tercih edilecek?
Bu noktayı CHP'den istifa eden Ankara Milletvekili Eşref Erdem'e soruyorum. İşte cevabı:
"Kılıçdaroğlu'na bir şey yaptırmıyorlar, yaptırmazlar da. Hem Deniz Bey'in cephesinden saldırma var hem de diğer taraftan. Bu durumda CHP'yi kendine getirecek önemli bir şoka ihtiyaç var. Bu kadar birbirine zıt görüşler bir arada yaşayamaz. CHP çatlayacaktır, çatlamalıdır ve gerçek bir sol partiye dönüşmelidir. Ya dönüşecektir ya da müzedeki yerini alacaktır."