Genç bir polis memuru elinde bir pasaportla yanıma yaklaştığında, iyi niyetle "herhalde bir şey soracak" diye düşündüm. Ama aldığım cevap şoke ediciydi:
"Emniyete kadar gelmeniz gerekiyor."
Aklımın ucundan "polislik" bir işimin olma ihtimali geçmediğinden emin bir ses tonuyla; "Neden, bir sorun mu var?" dedim ama genç polis de verdiği cevaptan emindi:
"Evet, hakkınızda yakalama emri var…"
Belli ki iş ciddiydi. O sırada İpsala Gümrük kapısında işlemlerimiz yapılıyordu. Biz bir grup gazeteci, sivil toplum örgütü temsilcileri ve Adalar Belediye Başkanı Mustafa Farsakoğlu ile birlikte Türk Yunan Dostluk Festivali için Yunanistan'ın İskeçe kentine gidiyorduk.
Polisin bu emin tavrını görünce biraz ileride sohbet eden Şahin Alpay, Oral Çalışlar, Celal Başlangıç ve Mehmet Altan'ın yanına gidip durumu anlattım. Onların da şaşkın bakışları arasında polisle birlikte otobüsteki eşyalarımı alıp İpsala Hudut kapısındaki Emniyet Şube Müdürlüğü'ne gittim.
Kendimden emindim, merak etmemelerini ve biraz beklemelerini söyledim. Ama bu rahatlığımı fark eden polis memuru beni uyardı:
"Beklemeseler iyi olur. En az 5 saat buradasınız…"
İçeri girdiğimde polis memurunun haklı olduğunu anladım. Hakkımda "Yakalama kararı" vardı ve ben o an itibariyle "Gözetim" altındaydım. İyi de suçum neydi?
Müdürlükteki yetkili bilgi vermeye başladı:
"Bildiğimiz şey, İzmir Cumhuriyet Savcılığı tarafından hakkınızda yakalama emri olması…"
Biraz sonra yetkili polis memuru bir adım daha attı:
"İşte burada yazıyor, İzmir 9'uncu Asliye Ceza Mahkemesi'nin 30.10.2000 suç tarihi, 01/1423 Esas ve 06/85 karar sayılı, 2007/2-7425 İlam sayılı diğer Kanunlara Muhalefet Etmek suçundan 1 (Bir) adet yakalama kaydı."
Hiçbir şey anlamadım ve böyle bir dava da hatırlamıyorum. Bir an Kanal 6 döneminde İzmir'de bir dava için ifade verdiğimi hatırladım ama o davanın bittiğini sanıyorum.
O arada telefonum hiç durmadı, durumu tam kavrayamadığım için kimseye de bir şey diyemiyordum. Anlayamadığım, yargı sisteminin hudut kapılarına ulaşmakta bu kadar hızlı çalışması iyi hoş da, vatandaşa da böyle hızlı ve direkt ulaşması gerekmez mi? Adresim, işim, TC Kimlik numaram belliyken bunu yapmak çok mu zor? Vatandaşın bir yere giderken alıkonulmasından daha iyi bir yöntem değil mi bu?
Öfkeleniyorum ama yapacak bir şey de yok. En azından polislerin iyi tavırları rahatlatıcı.
Bu stres içindeyken, nihayet bir polis memuru şöyle dedi:
"Şurada 501 TL para cezası var. Bunu yatırmanız gerekiyor. Ama bu işlemi İzmir'den yaptırabilirseniz çok daha erken bırakılabilirsiniz."
Hemen İzmir'den sevgili arkadaşım Yeni Asır Genel Yayın Yönetmeni Şebnem Bursalı'yı aradım. Sağ olsun hızlı hareket etti ve Adliye Muhabiri Fatih Şendil'i hemen adliyeye göndererek para yatırma işlemini başlattı. Ancak paranın yatırılması yetmeyecekti buradan gidecek faksa resmi cevap verilmeliydi.
Hürriyet'ten Yalçın Abi (Bayer) ve birkaç arkadaşım arıyor. Bir süre sonra İpsala Savcılığı'na gidiyorum. Orada önce genç Kaymakam Mehmet Ali Gürbüz'le ardından da Cumhuriyet Savcısı Alim Dirican'la tanışıyorum. "İfadem mi alınacak acaba" diye beklerken, savcı geçmiş olsun dileklerini iletip yasa gereği İzmir'den gelecek yazıyı beklediklerini söylüyor.
Ancak saatlerin ilerlemesine rağmen hâla İpsala'da İzmir'den gelecek haberi bekliyorum. Ekip İskeçe'ye ulaşıyor. Metro Turizm'in Genel Müdürü Faruk Kılıçaslan "Ne zaman araba gönderelim" diye soruyor. Cevap veremiyorum. Çünkü hâlâ durumum meçhul.
Saat 11.55'te girdiğim şube müdürlüğünden nihayet saat 14.30'da çıkma umudum doğuyor. Yeni Asır'dan muhabir arkadaşım Fatih Şendil arayıp parayı yatırdığını faksın da çekildiğini bildirince rahatlıyorum. Biraz daha bekleyip Savcılık yazısını alıyorum. Sıkıntılı 3 saatin ardından, İskeçe'yi, Kavala'yı daha doğrusu Batı Trakya'yı görme hayali, Yunan ve Türkiye halkları arasında "Dostluk ve Barış" köprüsü kuran, "Binlerce Güvercin" temalı festivale katılma arzusuyla teselli buluyor ve içimden şöyle diyorum: "Kimse özgürlüğünden mahrum bırakılmamalı…"