Erzurum'a gelmeden bir gün önce Anadolu'nun Kayıp Şarkıları filmini izledim. Bu coğrafyada iz bırakan ve yaşayanların öyküsü belki de en güzel böyle anlatılır. Müzik, doğa, ses, renk ve insan... Soluksuz izlenen bir filmin ana unsurları.
Doğada her şeyin sesi var. Suyun, yaprakların, dağların, ovaların, çamaşır dövmenin, mısır öğütmenin, demir dövmenin, ipek eğirmenin... Bu sesleri 12 notaya hapsetmeden ortaya çıkarıyor Anadolu'nun Kayıp Şarkıları.
Sadece bu yok Anadolu'nun Kayıp Şarkıları'nda... En başta insan var. Mezopotamya'dan Truva'ya uzanan Anadolu'dan gelip geçen ve iz bırakan insan... Dün Hititler, Medler, Urartular, Lidyalılar ve Truvalılardı... Bugün İstanbul'da, Muğla'da, Tokat'ta Türkler, Urfa'da Diyarbakır, Kars'ta Kürtler, Dersim'de Aleviler, Artvin'de Gürcüler, Rize'de Lazlar, Düzce'de Çerkezler, Hatay'da Araplar ve daha niceleri...
Anadolu'nun Kayıp Şarkıları'nda hepimiz varız. Ve bizi "Birbirimizi dinlemeye hazır mıyız?" diye çağırıyor.
Yaşadığımız coğrafyanın nasıl bir zenginlik, çeşitlilik ve renklilik içerdiğini bağırmadan bize anlatıyor.
Filmi seyretmeden önce yönetmen Nezih Ünen'le ayaküstü konuştuğumda sözü yine filme bırakıyor:
"Yüzyıllık sessizlik sona eriyor. Söz Anadolu'nun, onu dinlemek bize yeter."