Erzurum-Erzincan hattında neler oluyor sorusu aylardır kamuoyunun gündeminde... Birkaç ayağı var bu olayın... Ama ana ekseni terör örgütü olduğu iddia edilen Ergenekon ve darbe planlarıyla ilişkili. Ayrıntıları henüz açığa çıkmadı ama ipuçları hiç de küçümsenecek gibi değil.
Aylardır olayı izliyoruz, baraj gölünde silahlar bulunuyor, MİT mensupları gözaltına alınıyor, yargı mensuplarının ilişkili olduğu bir yapılanmadan söz ediliyor ve belki de en çarpıcısı bu yapılanmayla ilişkili görevdeki komutanlar ifadeye çağırılıyor.
Özellikle askerlerin ifadeye çağrılması ve bir başsavcının tutuklanmasının bazı çevrelerde bardağı taşıran damla olarak nitelenmesine artık şaşırmamak gerekiyor. Çünkü soruşturma "Sistemin ana unsurları"na yönelmiş durumda. İşin sırrı burada... Bu nedenle HSYK devreye giriyor, bu nedenle mücadele siyaset üzerinden yürütülüyor.
Anayasa Mahkemesi raportörü Osman Can şöyle diyor:
"Bu hukuki değil ideolojik bir tartışma. Bunun adını koyalım artık. Yani birilerinin istediği doğrultuda bir dava gitmediği zaman öteki taraf buna hemen müdahalede bulunmaya çalışır. Bu tartışma bir yargı tartışması değildir, bu politik bir tartışmadır."
Tıpkı Anayasa Mahkemesi'nin 367 ve Türban yasasıyla ilgili kararı gibi, tıpkı Danıştay'ın son katsayı kararı gibi... Oysa kararı bir mahkeme verdiğine göre adli süreci beklemekten başka çare yok.
Osman Can bu durumu şöyle yorumluyor:
"Erzincan savcısının böyle bir suçu işleyip işlemediği konusunda deliller nedir ne değildir biz bunu bilemeyiz. Ama bir mahkeme sonuçta bu tahkikatı yapmış. Bu konuda bir yanlışlık varsa dava sürecinde ortaya çıkacak zaten."
Ama HSYK dayanamıyor, tıpkı 2005'te Şemdinli Savcısı Ferhat Sarıkaya olayında olduğu gibi bu kez de açıkça ortaya çıkıp bir tavır koyuyor. Bu durumda ister istemez şu sorunun cevabı merak ediliyor; bu soruşturmayı diğerlerinden farklı kılan ne? Kararı mahkeme verdiğine göre, mahkeme heyetini neden görevden almıyorsunuz?
Osman Can HSKY'nin açıkça suç işlediğini şu sözlerle anlatıyor: "HSYK hangi savcının özel yetkili olacağına karar verebilir, bu yetkiyi kaldırabilir. Ama bu süreç ne üzerine kurulu? Bir soruşturma süreci var. Bu topluma mal olmuştur. Böyle bir konuda siz kalkıyorsunuz birdenbire karar veriyorsunuz ve onların yetkilerini kaldırıyorsunuz. Neyin ne olduğu konusunda bir fikir sahibi olmaksızın beş altı kişi kararınızı veriyorsunuz... Bunun tek bir adı vardır, o da yargıya müdahaledir. Yargıyı etkilemeye teşebbüs değil. Doğrudan doğruya yargıya müdahale... Bu da ceza kanunu açısından suçtur."
Dünün "cesur savcısı"ydı
Bu gerilimin odağında yer alan Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner'in tutumu özelikle medyada farklı bir tartışma yarattı. Bir yıl önce "Türkiye'de cesur savcılar da var" başlığıyla bir yazı yazmıştım. O savcılardan biri de Cihaner'di. Cihaner 1999'da Şırnak'ın İdil ilçesinde görev yaparken önemli bir faili meçhul dosyayı incelemeye başlıyor ve çarpıcı isimlere ulaşıyordu.
Savcı Cihaner'in bu çabası elbette önemliydi, övgüye değerdi ama onun bu geçmişi bugün içinde bulunduğu durumu açıklamaya yeter mi?
Bu iddiaların ayrıntılarını bilmiyoruz. Bu nedenle Cihaner'in dününe bakarak ne bugününü suçlayabilir ne de aklayabiliriz. Ayrıca Türkiye son 10-15 yılda inanılmaz bir değişim geçirdi. Siyasette savrulmalar yaşandı. Bu değişimi en net biçimde Susurluk- Ergenekon ekseninde görüyoruz.
Örneğin 90'lı yıllarda Susurluk Skandalı'nın ortaya serdiği kirli ilişkilere karşı çıkan birçok kesim, bugün Ergenekon yapısıyla iç içe geçmiş olarak karşımıza çıktı.
Bunun siyasetteki en iyi örneği CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'dı. Baykal, 1995'te "Devlet çeteler tarafından kuşatılmıştır" derken, şimdi "Ergenekon'un avukatıyım" diyor ve partisinden kimse itiraz etmiyor.
9'uncu Cumhurbaşkanı Demirel'in dediği gibi "Dün dündür bugün bugündür."
Türkiye'de böyle siyasi bir anlayış var. O yüzden olup bitenlere şaşırmıyorum. Bence siz de şaşırmayın. Bütün bu olup bitenler Türkiye'nin derin bir değişim yaşadığını gösteriyor.