Türkiye'nin en önemli sorunu hâlâ bilgisizlik... Bunu en çarpıcı biçimde Dersim katliamıyla ilgili tartışmalarda gördük. Bırakın sokaktaki insanı, bilim adamları da siyaset sınıfı da yakın tarihimizin o karanlık sayfasında neler yaşandığını tam olarak bilmiyordu.
Aynı şey Kürt sorunu, dindarlık ve Alevi meselesi için de geçerli. Böyle olduğu için anlaşmakta, makul olanı bulmakta zorlanıyoruz.
Sık kullanılan empati kurma da böylesine derin sorunlara çare olmuyor. Önce sorunu bilmek gerekiyor.
Bilmediğimiz için yaşanan sıkıntılar karşısında hemen paniğe kapılıyoruz.
Oysa biliyoruz ki, özellikle Kürt sorunu derin tabuları olan bir sorun ve neredeyse 90 yıllık bir inkâr üzerine inşa edilmiş...
Açılım bunu açmaya çalışıyor.
Ama kolay değil.
Her iki tarafta da barış istemeyen Miloseviçvari siyasetçiler var...
Her şeye müdahale etmeye alışmış sistemin kurumları var.
Şiddet, kışkırtma ve kaostan beslenen ve açılımı sabote etmeye çalışanlar var.
Bunlara rağmen bu ülkede barışı, demokrasiyi ve ortak yaşamı isteyenler de var ve onların sayısı hiç de az değil.
İşte bu nedenle en azından açılım sürecinin Türkiye'ye barış getireceğine inananların "Kürtlerin ne istediğini ve Türklerin de kaygısını" iyi bilmesi gerekiyor.
Bir süre önce gittiğim İsveç ve Belçika'da Türkler ve Diaspora Kürtleri ile konuştum.
Türkiye demokrasiyle buluşmak için içeride "kavga" ederken, demokrasinin beşiği bu ülkelerde yaşayan Türkler ve Kürtler ne yapıyordu?
Demokrasinin nimetlerinden yararlanıp, barış ve kardeşlik içinde mi yaşıyorlardı?
Bu soruya olumlu cevap vermek zor. Gurbette olmanın getirdiği yalnızlığı "milliyetçi duygulara" sarılarak aşmaya çalışan bu insanlar arasında ne yazık ki bırakın dostça ilişkiyi bir "merhaba" bile yok.
Bunu en çarpıcı biçimde İsveç Türk İşçi Federasyonları Başkanı Hasan Dölek anlattı:
"Kürt ve Türk federasyonları arasında bir ilişki yok. Kırk yılda bir rastlaşıyoruz ama hiçbir şeyimiz ortak değil. Anlaşamıyoruz. Protestolar ve pek çok şeyde başı çekiyor arkadaşlar."
Bilgisizlik böylesine vahim bir ilişkiye yol açıyor. Umarım bu vahim durum üzerinde sosyologlar, siyasetçiler durur ve gereken dersler çıkartılır. Ben başka bir noktaya dikkat çekmek istiyorum.
İsveç'in başkenti Stockholm'e indiğimde kafamda aralarında Kemal Burkay, Mehdi Zana gibi isimlerin de yer alacağı bir grup Kürt Diasporası ile "açılımı" konuşmak vardı. Ancak program uymayınca onların olmadığı ama eski DDKD Başkanı Şakir Tutan, Abidin Alkoyun, Yazar Ruhat Alakom'un bulunduğu grupla bir araya geldik.
Geçmişte şiddete bulaşmayan Kürt siyasetinin içinde yer alan bu isimler ağırlıkla açılım sürecine destek veriyordu.
Şakir Tutan açılım sürecine nasıl baktığını şu sözlerle özetliyordu:
"Yakın çevremizde bu açılıma gerçekten çok yüksek değer biçiyoruz. İlk defa Kürt sorununun Türk parlamentosunda konuşulması bile Türkiye açısından tabuların yıkılmasının başlangıcı diye düşünüyoruz. Umut ediyoruz hükümetler değişince bu politikalar değişmez."
Yaşanan sıkıntıları "hazırlıksızlığa" bağlayan Abidin Alkoyun ise şöyle diyordu:
"AK Parti burada AB yanlısı güçleri, demokratik güçleri ve Kürt potansiyelini de arkasına alarak dünya konjonktürüne denk düşen bir reel süreci başlatma gerekliliği hissetti. Ama henüz olgunlaşmış değildir, süreç bunu olgunlaştıracaktır. Hiçbir taraf bunun için hazırlıklı değildir. Ne AK Parti ne de Kürtler..."
Açılım sürecine Diaspora Kürtleri olumlu bakıyordu ama tereddütleri de vardı. Bunu da yazar Ruhat Alakom şöyle dile getiriyordu:
"Mesela şu an bir TRT Şeş var, bu televizyon bir yasaya göre kurulmuş mudur? Yarın hükümet değişince kapanabilir mi? Kim nasıl bir güvence yaratabilir?
Hükümet bunu bir an önce yerine getirmeli."
İçinden geçtiğimiz ve şiddetin sokaklara taşındığı bu günlerde yaratılan umutsuzluğun da, şiddet tehdidinin de tek panzehiri açılımın hedeflediği demokrasidir.
Demokrasi için yola devam...