Ahmet Altan'ın şu tespiti üzerinde herkesin ciddi ciddi düşünmesinde yarar var: "Türkler bu ülkede sadece Türkler, Kürtler de sadece Kürtler var zannediyor. 'Diğer' tarafın neler hissettiğini, neler düşündüğünü bilmeyi sanki inatla reddediyorlar..."
Aslında toplumu bu noktaya siyaset getirdi. Değiştirecek olan da siyasettir.
Önceki gün Diyarbakır'daydım. Kente AK Parti İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşçu ve il yönetimdeki 20 arkadaşıyla birlikte gittik.
AK Parti İstanbul il yönetimi tam da "ötekini" anlamak için yola çıkmış ve Diyarbakırlılarla buluşmuştu.
Aynı şeyi önümüzdeki günlerde Yozgat, Çankırı ve Sivas gibi Türkiye'nin başka illerine giderek de yapacaklar.
Diyarbakır'a ulaştığımızda, önce iki ilin AK Partili yöneticileri bir araya gelip basın toplantısı yaptı.
O toplantıda İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşçu, şu tespiti yaparak "ötekini" anlama çabası içinde olduklarını çok net ortaya koydu:
"Kürtlere yönelik inkârcı ve asimilasyoncu politikalar sorunu derinleştiriyor. İstedik ki, uzun yıllar yanlış politikalarla duyguları incinmiş, acı hatıralarla mazisi örselenmiş kardeşlerimizi dinleyelim, hep beraber daha güzel yarınlar için birbirimize umut taşıyalım."
Gerçekten de umudu, açılımın yarattığı heyecanı, ölümlerin, işkencelerin bir daha yaşanmamasını isteyen arzuyu, Diyarbakır'ın her sokağında her caddesinde hissetmemek mümkün değil.
Kiminle konuşsak, kime açılımı sorsak gözleri parlayarak umutla bakıyor ve ne beklediğini heyecanla anlatıyor. Yaşlı bir Diyarbakırlı şöyle diyor:
"İçi boş diyorlar. Boş haliyle bile bizi umutlandırdı. Biz istiyoruz ki içi bir an önce dolsun ve artık çocuklarımız ölmesin..."
Diyarbakır sokaklarından yükselen bu sese ne yazık ki başka siyasi partilerin pek ilgi gösterdiği yok. Çünkü onlar Diyarbakır'da yoklar.
Bu nedenle de karşılarında AK Parti'yi bulunca tüm isteklerini onlara iletiyorlar.
Esnaf odalarında yönetici olan bir Diyarbakırlı şunları söylüyor:
"Biz iş ve aş buluruz. Siz yeter ki şu silahları susturun. Cenabı Allah'a yalvarıyorum, bize bir daha o 91, 92 ve 93 yıllarını yaşatmasın. Onun için şu açılımı n'olur kapatmayın..."
İnsan yerine konulmak!
Sokaktaki Diyarbakırlı ilk elden iş, aş ve silahların susmasını istiyor ama tek talepleri bunlar değil.
Müthiş bir siyasallaşma var. 7 yaşından 70 yaşına kiminle konuşsanız, Ortadoğu'da neler olup bittiğini de izliyor, AB'deki demokratik gelişmeleri de biliyor.
Bu nedenle Ankara ve İstanbul'da ayrıma tabi tutulan "Siyasal Kürtlerle" sokaktaki Kürtler arasında derin bir talep farklılığı yok.
İki kesimin de ilk sıraya koyduğu ortak talep çok net: "İnsan yerine konulmak..."
İster bir esnafla, ister bir işadamıyla isterse AK Partili veya DTP'li bir siyasetçiyle konuşun, Kürtlerin ikinci sıraya koyduğu talep, atılacak adımların "Anayasal güvenceye" bağlanması.
Bunu Eczacı Hamdullah Güleken şöyle ifade ediyor:
"Biz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı ekseninde eşit insanlar olarak bu ülkede anayasal güvence içinde yaşamak istiyoruz."
Üçüncü sırada ise "ana dille eğitim" meselesi var.
İlk iki talebe kimse sesini çıkarmasa da üçüncü talebe gelince işin rengi değişiyor.
"Dil" meselesi Türkler arasında ciddi kaygı yaratıyor.
Resmi dil, ikinci dil ilişkisi, eğitim dili olup olmama konuları aynı partililer arasında bile tartışılıyor.
Bu tartışmaların olması gerektiğini söyleyen Diyarbakır AK Parti Milletvekili Abdurahman Kurt şöyle diyor: "Bu gezi bana Ahmet Arif'in dizelerini hatırlattı. Ahmet Arif diyor ya, 'Dayan tırnak ile diş ile umut ile sevda ile düş ile... Dayan rüsva etme beni.' Ben Diyarbakır halkının bunu söylediğini bugün gördüm. İstanbul'un buraya gelmesi bu anlamda bize umut verdi. Bu ülkenin en büyük barış projesinin arkasında durduklarını gösterdi."
AK Parti İstanbul İl'in başlattığı "Barış Köprüsü" projesi "öteki"ni anlamak adına önemli bir adımdı.