İstanbul bir kez daha Başbakan Erdoğan'ın "otomobillere sınırlama getirelim" önerisiyle kamuoyunun tartışma gündeminde.
Tıpkı "İstanbul'a vize" önerisi gibi bu da yasak içeriyor.
Belki de Başbakan Erdoğan "İstanbul sevdası" yüzünden biraz kıskanç davranıyor ve sorunlara "yasak" koyan öneriler getiriyor.
Aslında tarihi alanlar ve kent merkezleri için dünyanın önemli kentlerinde belli sınırlamalar konuluyor.
Bizde de artık bu yola başvurulması gerekiyor.
Ama sorun neye öncelik vereceğimizde.
İşte bu noktada İstanbul'un plansız ve hızlı yapılaşması dikkat çekiyor.
Bütün sorunların anası bu. İstanbul, bir yandan gökdelenlerle kuşatılırken, bir yandan da 100 binlerin yaşayacağı yeni yerleşim yerleri açılıyor.
Daha önce de yazdım, bu plansız gelişme İstanbul'u boğuyor.
Eğer İstanbul'a iyilik yapılmak isteniyorsa öncelikle yeni yerleşim alanlarının açılması ve kent içindeki düzensiz yapılaşmanın durdurulması gerekiyor. Yasak veya kural konacaksa önce bu alanda konulmalı.
Şehircilik uzmanı Prof. Dr. Fikret Toksöz bu konuda şunları söylüyor:
"İstanbul'da esas olan otomobil sahipliğini durdurmak değil, konut yoğunluğunu azaltmaktır. Bu sıralar konut ve işyeri yapımında inanılmaz bir artış var. Eğer bu bir sisteme bağlanırsa göç de azalır."
Peki bu öneri niçin hükümet ve İstanbul yönetimi tarafından değerlendirilmiyor?
Çünkü ortada çok ciddi bir rant var. Hala birilerinin zengin olması için İstanbul feda ediliyor. Boş bulunan her yere gökdelen kuruluyor. Hiçbir sınırlama ve standart yok. Dünyanın hangi tarihi ve önemli şehrinde böyle bir başıbozukluk var?
Sadece son üç yılda TOKİ'nin İstanbul'da yaptığı ve yaptırdığı konut sayısı 50 bin. Ortalama 4 kişinin yaşadığı varsayılsa bu, 200 bin nüfuslu yeni bir şehir demek.
Akşam gazetesinde yer alan verilere göre İstanbul'da 2 bin 397 gökdelen bulunuyor.
İnşaatı süren gökdelen sayısı ise 29.
Yakında Maslak gökdelen mezarlığına dönerse hiç şaşırmayın.
Kısaca İstanbul, "hormonlu bir kent" örneği olarak büyümeye devam ediyor.
Hem büyüteceksiniz, hem göçü engelleyecek alternatif şehirler yaratmayacaksınız hem de her yıl trafiğe çıkan 200 bin araçtan şikayet edeceksiniz.
Bu işte bir gariplik yok mu?
Eğer gerçekten İstanbul'un yaşadığı sorunların samimiyetle çözülmesi isteniyorsa çözüm yolları var.
Eski Esenyurt Belediye Başkanı Dr. Gürbüz Çapan şöyle diyor:
"Yasakla hiçbir şey değiştiremezsin. Bu, Erbakan'ın deyimiyle 'pansumancı çözüm' dür. Gerçek çözüm İstanbul'un vizyonunu ve fonksiyonunu değiştirmekle mümkündür."
Dr. Çapan bunun nasıl yapılacağını da şöyle anlatıyor:
"Eminönü dünyanın moda, Fatih ise üniversite merkezi olmalı. Zeyrek'i Oxford'a, Fatih Külliyesi'ni İstanbul veya Boğaziçi Üniversitesi'ne vereceksin. Özel veya devlet tüm üniversiteleri oraya toplayacaksın. Fener ve Balat'ı dinler merkezi, Galata ve Pera'yı ise eski fonksiyonu olan finans merkezi yapacaksın. Ve o bölgeleri boşaltacaksın. Bunun için de irade gerekiyor, aşk ve inanç gerekiyor. Yapılamaz diye bir şey yok. Bunların yapmaya takati yok. İstanbul böyle İstanbul olur."
Bugün İstanbul'un Tarihi Yarımadası adeta atölyelerin, çirkin yapılaşmanın işgali altında. Eminönü Belediye Başkanı Nevzat Er, bu işgallere son vermenin formülünü şöyle özetliyor:
"Yapmak değil yıkmak fazilettir."
İşte İstanbul'da sorunun özü bu...
Bu "fazilet" in gereğini kim yerine getirecek?
Eğer, İstanbul'un nasıl bir kent olması gerektiğini planlayamıyorsanız, depremde yıkılacağına kesin gözüyle bakılan onlarca çürük binaya çözüm üretemiyorsanız, Eminönü, Fatih ve Karaköy gibi tarihi alanları hırdavatçı, ayakkabıcı ve tamirci atölyelerinden kurtaramıyorsanız, otomobillere yasak koymak, sizi de İstanbul'u da kurtaramaz.