Türkiye uzun bir süreci, 60'lı yıllarda siyaset sahnesine çıkan isimlerle geçirdi. Bülent Ecevit, Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan ve Alparslan Türkeş, "Mahşerin 4 atlısı" gibi birkaç kuşağın siyasi hayatını etkiledi.
Geçiş dönemi diyeceğimiz 80'li yıllarda Turgut Özal değişimci rolüyle, Erdal İnönü ise siyasi üslubuyla öncekilerle, sonrakiler arasında bir yerde konumlandılar.
Türkiye yeni siyasi isimlerle nihayet, 80'li yılların sonu ve 90'lı yılların başında tanıştı.
Bu dönemin en etkili ismi bir önceki kuşaktan da olsa Deniz Baykal'dı. Sonra Tansu Çiller, Mesut Yılmaz, Murat Karayalçın geldi.
Siyaset sınıfı bir anlamda da olsa gençleşmişti.
Ama işin ilginç tarafı fiziksel gençleşme görünse de, siyasette "genç bakış"tan söz etmek pek mümkün değildi. Üslup farkı olsa da aslında hepsi bir önceki dönemin liderlerinin "kopyası" gibi.
Ne toplumda dalgalanma yarattılar, ne de siyasi yapıyı değiştirecek bir girişime imza attılar.
Böylece Türkiye, yaklaşık 10 yılı bu "genç" genel başkanların kişisel çekişmeleriyle geçirdi.
2000'li yıllara gelince... Siyaset dünyası yeniden hareketlendi.
Ve yeni arayışlar gündeme geldi.
En dikkat çekici isim "Milli Görüş" çizgisinden gelen ve "öteki" olarak nitelenen kesimin liderliğine soyunan Recep Tayyip Erdoğan'dı. Aynı dönemde yeni denilebilecek bir başka isim daha vardı: Devlet Bahçeli... Bahçeli, hükümet ortağı olmasına rağmen siyasette "yeni bir dil" yaratacağı izlenimi veriyordu.
Bu sürecin dönüm noktası 3 Kasım 2002 seçimleri oldu. Döneme Recep Tayyip Erdoğan damgasını vurdu.
Eskilerin travma yaşadığı bu seçimler, siyasette "yeni bir çağın" başladığına işaret ediyordu. Siyasal ve sosyal alanda yasakların olmayacağı "değişim, özgürlük ve demokrasi" vaadi toplumu yeniden umutlandırdı. Ve gerçekten de birçok alanda önemli değişimlere imza atıldı.
Ama ne yazık ki siyaset alanına hiç dokunulmadı. Ne siyasi partiler ve seçim yasası değişti ne de parti içi demokrasi adına adım atıldı.
Değişimin siyasete yansımadığı bu dönemde merkez sağda iki yeni isim siyaset sahnesine çıktı: Mehmet Ağar ve Erkan Mumcu.
Kısaca, bir veya iki parti hariç tüm partilerin genel başkanları değişmişti.
Peki bu değişim, farklı toplumsal kesimlerin partilere katılımını nasıl etkilemişti?
Bu açıdan en çarpıcı örnek "gençler" konusunda yaşanıyor. Çünkü, önümüzdeki seçimde 4 milyonu yeni, toplam 10 milyonu aşkın genç seçmen oy kullanacak. Dikkat edilirse son 5 yılda mevcut partiler arasında en yoğun rekabet de bu nedenle gençlik alanında yaşandı.
Ve istisnasız her parti, kongresinde yönetime aldığı gençleri öne çıkarmaya başladı.
Bunun ilk örneğini CHP verdi. Genç sanatçı Şahnaz Çakıralp Parti Meclisi'nin en genç üyesi oldu.
DYP buna karşı 1979 doğumlu Gültekin Uysal'ı Genel İdare Kurulu üyeliğine getirdi ve genel başkan yardımcısı yaptı.
Anavatan Partisi bir adam daha ileri giderek şu anda Türkiye'nin en genç parti yöneticisi olan 1982 doğumlu Turgay Yaman'ı MKYK üyesi seçti.
Genç tercihinde AK Parti de geri kalmadı. Bir süre önce yapılan 2. Olağan Kongre'de 1979 doğumlu Hakan Tütüncü MYK'ya seçildi.
Aynı şey MHP'de de yaşandı. MYK'nın en genç üyesi 1974 doğumlu Ahmet Barış Tanal oldu.
Bu isimlerin partilerin tepe noktalarında olmaları elbette olumlu. Ancak partilere nasıl bir "katkı" sundukları konusunda ciddi soru işaretleri var. Çünkü ortada "özgür" ve "farklı" düşünen bir gençlik örgütlenmesi yok.
Peki siyaset bu noktaya nasıl geldi?
Gençlik örgütünden yetişen eski bir siyasetçi şöyle diyor:
"Eskiden gençlik örgütleri, kendi aralarında tartışarak, mücadele ederek topluma adam yetiştiriyorlardı. Baykal, Erdoğan, hatta Bahçeli böyle yetişti. 1980 askeri darbesi bu yapıya son verdi. Şimdiki gençler sadece kadro dolduruyor."
Konuyu gençlerle tartışmaya devam edeceğiz.
***
Tüm öğretmenlerimizin öğretmenler gününü kutluyorum..