Medyanın görevlerinden biri de suçları, gizli ağları, kirli sırları ifşa etmek, skandalları ortaya çıkarmaktır.
Panama Belgeleri bu açıdan bir gazetecilik faaliyeti olarak görülebilir.
Fakat bu belgelerin gazeteciliğe can suyu verdiği, can simidi uzattığı, itibar kazandırdığı gibi değerlendirmeler abartılı olur.
Bu neviden sızıntıların gazeteciliği öldürdüğü, bir operasyon aparatı haline getirdiği görüşü de tartışılmalıdır.
Çünkü sızıntı gazeteciliğinin bir özelliği de medyayı oburlaştırmak, hazır yiyiciliğe alıştırmak ve odaklanma sorununa yol açmaktır.
Benim düşüncem 'sızıntı gazeteciliğinin' müspet olduğu kadar menfi yönlerinin de bulunduğu yönünde. Sızıntılar iyidir fakat bize bütünsel bir gerçeklik sunmaz.
En fazla o gerçekliğin kurgulanmış bir kesitini gösterebilir.
Tıpkı Panama Belgeleri örneğinde olduğu gibi...
Bu belgeler dünyadaki off-shore gerçeğini bütün boyutlarıyla göstermiyor.
Servet gizlemek, vergi kaçırmak ya da vergiden kaçınmak için kullanılan yöntemler hakkında ayrıntılı bilgi vermiyor. Sözü edilen hukuk ve danışmanlık firması Panama'daki en büyük şirket bile değil. Ve Panama bu işlerin yapıldığı tek merkez değil.
Yani aslında okyanustaki bir damladan söz ediyoruz. Üstelik bu belgelerde adı geçen herkesin hukuken suçlu olduğunu iddia edecek delillere de sahip değiliz.
Kurumları ve kişileri sorgulamakla yetinmeyip sistemi de sorgulamaya başlamalıyız. Sızıntıya gömülmek bizi bundan alıkoymamalı.
***
Kadına şiddet ve pişkinlik
Önceki hafta Sabah muhabiri Dilek Yaman, Can Dündar ve Erdem Gül davasını izlemek üzere gittiği adliyede saldırıya uğradı. Cumhuriyet çalışanı Murat Sabuncu ve Birgün çalışanı Erk Acarer saldırganlar arasında başı çekiyorlardı.
Kamera kayıtları gerçeği bütün açıklığıyla ortaya çıkardığı halde hem bu iki şahıs hem de onlara destek veren güruh pişkinliklerini sürdürüyor.
Anladık ki bu beyler ve hanımlar, bu gazeteler ve meslek kuruluşları için önemli olan fikir ve ifade özgürlüğü değilmiş. İnsan hakları değilmiş. Kadına yönelik şiddet değilmiş.
Bunlar algı profesyonelleri. Sözde bile demokrat değiller. Değerleri değil arkadaşlarını savunuyorlar. Hakları ve özgürlükleri bile kamplaştırıyorlar. Kampanyaları samimiyet, doğruluk ve tarafsızlık üzerine değil, çifte standart ve ikiyüzlülük üzerine kurulu.
***
Hâlâ aynı kelime
Daha önce bu köşede cihatçı, İslami terör, İslamcı militanlar gibi tamlamaların İslamofobik bir arka plana sahip olduğunu yazmıştım.
Bu kavramların dilimize ve gazetelerimize sinsice sızmasından yakınmıştım.
Terör ve medya ilişkisini irdeleyen yazılarımda birkaç kez değer ve aidiyet belirten kelimelerle terör arasında bağ kurmanın yanlış olduğunu vurgulamıştım.
Buna rağmen Sabah gazetesinin bu rencide ve itham edici kavramları kullanmamak konusunda yeterli hassasiyeti göstermemesi okurlarımızı rahatsız ediyor. Batı Cihatçıları İhraç Etmek İstedi (27.03.2016) başlıklı haberde olduğu gibi.
Yaptığım araştırmada Dış Haberler servisinin habere Avrupa Radikalleri Suriye'ye İhraç Etmek İstedi başlığını uygun gördüğünü ve bu başlığın birinci sayfadaki anonsta kullanıldığını fark ettim. İç sayfadaki haberin başlığı sayfa editörü tarafından değiştirilmiş. Kesinlikle yanlış bir tercih olmuş.
Editör arkadaşlarımız umarım bu konuya gereken önemi verirler.