Onlarca telefon, yüzlerce e-posta. Konu: Kabataş...
Sabah'ın iki gün üst üste manşetten, üçüncü gün sürmanşetten verdiği haberler.
Ali Çelik adlı okurumuz şöyle yazmış: "Sahi siz ne içiyorsunuz? Girin Twitter'a da bir bakın düştüğünüz gülünç duruma. Bir gazete bu kadar kendini düşürür mü? Hoş; hitap ettiğiniz kitle ilkokulu 3'ten terk, normaldir!"
Hakan O. adlı okurumuz bahsi yükseltmiş: "Aciz AKP iktidarının gönderdiği 2 paket makarna, 2 torba kömür ile el altından yönetiliyorsunuz. Yalan haber yayınlamakta üstünüze yok! Sizler yüzde 50'lik cahil kısmı yönetebilirsiniz sadece. Yeni nesiller artık köleniz olmayacak. Hiçbir diktatör seçimle gitmemiştir!"
Buraya almaktan imtina ettiğim onlarca mesaj var.
Değerli okurlarımız! Eleştirinin de bir ahlakı vardır. Gazeteyi eleştirmek, dalga geçmek, makara yapmak farklıdır; okurlarını tahkir etmek farklı. Hiç değilse yazısına 'Sabah okurlarını tenzih ederek' başlayan Ertuğrul Özkök adlı okurumuzun tecrübesinden yararlanın!
Yapmayın! "Üslub-u beyan, ayniyle insan"dır. Unutmayın! Sizin diğer Sabah okurlarından daha akıllı, daha zeki, daha aydın, daha duyarlı, daha bilinçli, daha kültürlü, daha uyanık olduğunuzu ispatlayan bilimsel bir gösterge yok.
Gazetelere el koymak
Bir buçuk yıldır gündemde olan bir tartışma bu. Seçimler yaklaştıkça hararetleniyor. Siyasi niteliği, diğer niteliklerinin önüne geçiyor.
Son dalga neredeyse bir lince dönüştü.
Meslektaşlarına destek olmak için Diliniz KABA, Vicdanınız TAŞ başlıklı yazılar kaleme alan 13 gazeteci hakkında 'talimat' imaları yapıldı. CHP Genel Başkanı, büyük basın özgürlüğü savunucusu Kemal Kılıçdaroğlu: "Sizde vicdan, sizde ahlak,sizde namus, sizde din, sizde iman, sizde kitap var mı" diyebildi. Yardımcısı Gürsel Tekin'in 'gazetelere el koyma' tehdidinden sonra bu üslup çok anlamlı oldu.
Basın meslek örgütlerinin, konseylerin, sendikaların, kurulların, derneklerin, cemiyetlerin, vakıfların sessizliği artık alıştığımız bir hal.
Kitle ile özdeşleşmek
İki hususun altını çizelim.
Bir: Politikacılar neyse, ama gazetecilerin kendilerini 'kitle ile özdeşleştirmesi' yanlıştır. İki: 'Dezenformasyonun araçsallaştırılması' bir gazetecilik faaliyeti değildir.
Daha açık bir biçimde yazmak gerekirse... Gezi, kitle psikolojisinin arızi mekanizmalarının sıklıkla devreye girdiği bir süreçti. Toz bulutu dağıldıktan sonra net bir şekilde görüldü ki bu eylemleri bütünüyle barışçı, insancı ve çevreci olarak nitelemek mümkün değil. Dolayısıyla 'geziciler' diye bir kategori açmak ve bütün edimlerine kefil olmak anlamsız. Benzer şekilde gezi eylemlerine katılan herkesi 'tecavüzcü' olarak nitelemek de...
Yalan haberler furyası
Gezi'de yalan ve abartının sıklıkla bir propaganda vasıtasına dönüştüğünü gördük. "Ankara'da bir genç kız polis panzeri tarafından ezildi. Adı: Aylin" yazan gazeteciler. Muhayyel bir kadının polis şiddeti nedeniyle bebeğini düşürdüğü yalanı. Çatıdan düşüp ölen eylemciyi, polis tarafından vurulmuş bir devrim şehidi ilan etmeler. Karısıyla barışmak isteyen bir vatandaşımızın uydurduğu polis işkencesi hikayesini sahiplenmeler. İnternetten bulunan 'yanık vakası' görsellerini, kimyasal gaz mağduriyeti olarak paylaşıp halkı galeyana getirmeler. 'Müftü karısı', 'Avrasya maratonu,' 'tersane kazası' ve daha birçokları...
Haksızlık etmeyelim. Tam tersi de söz konusuydu.
Bunların hepsi hiçbir ahlakçı kisvenin örtemeyeceği netlikte, hepimizin gözleri önünde yaşandı. Gazetecilerin sosyal medya hesapları ve gazetelerin internet arşivleri bu çarpıtmalarla dolu. Kadına yönelik şiddetin sınıfsız ve ideolojisiz bir toplumsal gerçek olduğunu da biliyoruz. Şimdi dönüp her şeyi bir 'üstü çıplak ve deri eldivenli erkekler' tartışmasına indirgeyemeyiz. Ki zaten Sabah'ın haberinde böyle bir ibare yok.
1 Haziran 2013, 19:49
Sabah istihbarat şefi ve haberde imzası olan Hayrettin Bektaş ile konuştum. Haberi yaparken günlerce çalıştıklarını, polis raporlarını incelediklerini, soruşturmayı yürüten mercilerle görüştüklerini belirtti ve şunları söyledi:
"151 farklı yerden alınan 2560 saatlik kamera kaydına değil, o alanda bulunan kameraların 16 dakikalık görüntüsüne ihtiyacımız var. Kabataş deniz, kara ve yeraltı ulaşımının birleştiği bir nokta. Ama bölgedeki 11 kameranın 10'u ne hikmetse o saatlerde çalışmıyor. Çalışan tek kamera ise olay mahalline uzak ve net değil."
"Polisin araştırmasına göre Z.D. saat 19.42'de sözünü ettiğimiz kameranın görüş açısına giriyor. Yanında bebek arabası var. Saat 19.49'da 20-30 kişilik bir grup Z.D.'nin yanına geliyor. Grup bir dakikaya yakın bir süre Z.D.'nin yanında kalıyor ve 19.50'de yoluna devam ediyor. 19.58'de Z.D.'nin kocası geliyor ve karısını alıp yola devam ediyor. Görüntüler net olmadığı için o sırada tam olarak ne olduğunu göremiyoruz ama genç kadınla grubun karşılaştığı ve grubun yola devam etmek yerine orada bir süre durduğu kesin."
Beyan esas mıdır?
Bektaş 'tacize uğradığı iddia edilen kadının beyanı esastır' ilkesine vurgu yapıyor: "Ne yaşandıysa bu 52 saniye içerisinde yaşandı. Biz de kadının beyanını esas alıp haberleştirdik. Üstelik Z.D.'nin darp edildiğine dair adli tıp raporu var."
Kısaca özetlemek gerekirse: Sözü edilen karşılaşma sırasında tam olarak neler yaşandığını bilmiyoruz. Genç bir kadın bu sırada tacize uğradığını iddia ediyor. Sabah da bu ifadeyi önemseyip haberleştiriyor. Polisin izlenimi haberi pekiştiriyor.
Kadının beyanı esas mıdır? Değilse bile önemli bir hareket noktasıdır. Özellikle flu durumlarda.
Ahkam kesmeden önce Ekrem Kızıltaş'ın Takvim'deki ilk yazısında sorduğu "Olmadığını ispat eden görüntüler nerede" sorusunu akıldan çıkarmamak gerekir.
Öyle ya! Ali İsmail Korkmaz için ya da Ayşe Arman'ın mülakat yaptığı Y.S. için de MOBESE sormamız gerekir miydi?
Fotoğraf değil grafik
Geliyoruz 'fotoşop' meselesine... Sabah'ın manşetten paylaştığı bu görsel eleştirilere neden oldu. 'Paint terk' ve 'Ressam Bob' tweetlerine malzeme yapıldı.
Coşkun Layık adlı okurumuzun eleştirisini buraya alayım: "Keşke o fotoğrafı yaparken ağaçlara yaprak falan koysaydınız ve görüntüdeki gerçek insanların kışlık kıyafetlerini yok etseydiniz daha şık olurdu. Haziran ayında sonbahar manzarası olmamış."
Öncelikle şunu belirtelim: Bu bir fotoğraf değil 'grafik.' Grafikteki bireylerin hepsi 'temsili' nitelikte. Olayın nerede, ne zaman ve nasıl gerçekleştiğini anlatmak için gazetenin grafik servisi tarafından hazırlanmış. Bu da görselin sağ köşesindeki imzayla belirtilmiş. Dolayısıyla bu grafiğe, fotoğraf muamelesi yapmak yanlış.
Öte yandan bilgi grafiklerinin fotoğrafın yerini alamayacağı da bir gerçek. Bu bağlamda görselin 'polis ifadesine göre hazırlanmış bir grafik' olduğunun daha net bir biçimde vurgulanması gerektiği eleştirilerine katılıyorum.
Umuyorum ki Kabataş'ta tam olarak nelerin yaşandığı en kısa zamanda, hukuken ve resmen, bütün ayrıntılarıyla ortaya çıkar. Meslektaşlarımı soğukkanlı davranmaya, 'kesinlikle böyle olmuştur' ya da 'böyle bir şey hiç yaşanmamıştır' fanatikliğinden uzak durmaya, 'Kabataş gelini' ve 'cinsel fantezi' gibi göndermelerle şiddeti ve utancı tekrar tekrar üretmemeye davet ediyorum.