"Gelecek nedir" sorusuna Paul Valery'nin verdiği yanıt şu: "Alıştığımızdan farklı bir şey."
Hiçbirimiz zamanda donmuş olarak yaşamıyoruz.
Yaşadığımız zamanın çocuğu olmak, onun ruhunu kavramak zorundayız. Özellikle biz gazeteciler.
"Geçmişte insanlar köleydiler, gelecekte robot olacaklar" ucuzluğuna kaçmadan... "Gazetecilik ölecek" kehanetleri yapmadan...
Geleceğin bugündeki ve dündeki bazı görüntülerine bakalım.
Gazetelerin başlıca iki gelir kaynağı var: Tiraj ve reklamlar.
İkisi de düşüşte.
Dünya Gazeteler ve Haber Yayıncıları Birliği'nin (WANIFRA) raporuna göre... 2013 yılında gazetelerin toplam geliri 163 milyar dolar... Bu rakam 2008 yılında 187 milyar dolardı. Gazete gelirleri beş yılda 24 milyar dolar azalmış. Üstelik lojistik ve hammadde giderlerinin katlanması nedeniyle daha az karlı hale gelmiş.
Zincirleme bir etki söz konusu. Avrupa kıtasında 2012 yılında 100 gazete satılırken 2013 yılında sadece 77 gazete satılmış... Oransal olarak... Benzer şekilde 2008 yılında gazeteler 100 lira reklam geliri elde ederken 2013 yılında bu 82 liraya düşmüş.
Diğer yandan... İnternet reklamlarına harcanan para basılı gazetelere harcanan parayı geçti.
Özgünlük ihtiyacı
Karlılık kaygısı olmayan gazetecilik türlerini bir anlığına yok sayalım. Kamu yayıncılığı ve marjinal yayıncılık öteden beri irrasyonel bir misyon zemininde faaliyet gösteriyor.
Ama reklam medyası bu ölümcül zıtlığın farkına varmak zorunda.
Seth Godin kişisel bloğuna koyduğu bir yazıda üretim ilişkilerine odaklanmamız ve bu sorunun yanıtını 'kitle' kavramında aramamız gerektiğini söylüyor. Kısaca özetlemek gerekirse: Seri üretimin yerini kişiye özel üretim, kitle reklamcılığının yerini butik reklamcılık alıyor.
Haklı. Kitle iletişim araçları giderek daha sofistike hale gelirken bildiğimiz anlamıyla bir kitleden söz etmek de giderek zorlaşıyor. Tek tipliğin yerini orijinallik, yaygınlığın yerini özgünlük alıyor. Artık herkes yok birileri var.
Geleneksel medya yöneticileri bu gerçeği görmek istemiyor olabilir ama Albert Einstein'in da söylediği gibi "Gelecek yeterince çabuk gelir." Bugün dünün geleceğiydi, yarın da bugünün geleceği olacak.
Gazetecilik ölmeyecek belki ama biçim değiştirecek. Bunu artık kabul etmek ve planlarımızı buna göre yapmak zorundayız.
Dijital öncelikli
Türkiye'de 40 günlük ulusal gazete yayımlanıyor.
Bunları incelediğinizde bir resmin farklı yorumlarından başka bir şeyle karşılaşmanız neredeyse imkânsız...
Perspektifler farklı olsa da haberler aynı. Çünkü herkes aynı kaynaklardan besleniyor.
Herkesin takıntıları aynı...
Somut bir örnek vermek gerekirse 'ajans tekellerinden' söz edebiliriz. Günlük gazetelerin yüzde 40'ı ajans haberlerinden oluşuyor.
Gazetelerin web sitelerindeki aşırma sorunundan söz etmiyorum bile.
Bunun sürdürebilir olmadığı çok açık. Yaşamak istiyorsak kitlemizi yeniden tanımlamak ve habere bakışımızı değiştirmek zorundayız. 'Özgün' olmak, özgün içeriklerimizin oranını artırmak zorundayız. Kuru 5N 1K anlatımlarını bir kenara bırakıp yeni hikâyeler aramak ve yeni bir üslupla anlatmak zorundayız.
Yapmamız gereken bir başka mantalite değişikliği de 'dijital öncelikli' yayıncılığa geçmek. Geleceğin gazeteciliği web editörlerinin ortalama 20 dakikada bir girdiği haberlerle inşa edilemez. Kabul edelim ya da etmeyelim; bir süre sonra gazeteleri basmak için harcadığımız yazı işleri enerjisini dijitale aktarmak ve bu ağır bürokrasiden kurtulmak zorunda kalacağız. Neden hemen yapmıyoruz?
Jean Paul Richter'in de belirttiği gibi: "Geçmiş de gelecek de peçelidir." Ama biri defalarca kez evlenmiş bir dulun, diğeri hiç evlenmemiş bir genç kızın peçesini takar.