Az gittik, uz gittik. 43 yıl boyunca sabrettik. Biraz daha sabredersek, "Bize rağmen, yine biz başaracağız."
Türkiye için AB yolculuğu, 3 Ekim 2005'e kadar bir hedefti. 3 Ekim'de sınıf atladık. AB hedefi somut bir plana dönüştü. Elimizde somut planın takvimi de, taraması da hazır. Her şey belli, yerli yerinde. Ama sürekli sıkıntı yaşayacağız.
Diyeceksiniz ki; "Yahu, niye hep sıkılacağız?"
Basit. AB üyesi 25 ülke, hükümetler düzeyindeki her kararı oy birliği ile alır. 25 üyeden birinin yapacağı bir itiraz müzakere sürecini etkiler. Sıkıntı yaratır. O yüzden sıkıntı çekeceğiz.
Sonuçta AB siyasi bir birlik.
Kararlar ortak.
Türkiye'nin siyasi kriterler dahil AB ile ilgili sıkıntı seremonisi bitmeyeceği için, "AB krizlerini iyi yönetmeyi" öğrenmesi şart.
Pasta büyümüyor
Mutsuz ve umutsuz olmayalım.
AB, hatasının farkında. Güney Kıbrıs Rum Kesimi'ni üye olarak kabul ettiğinde olacakları biliyordu. Açıkçası Türkiye-AB Ortaklık Konseyi Toplantısı ve AB Zirvesi öncesinde Rum Kesimi'nin "Türkiye limanları açmalı" diye lobi yapmaya çalışmasında da sonuç belliydi. Türkiye müzakerelere başlayacaktı.
Bu mesele çözüldü çözülmesine de sorun sadece Güney Rum Kesimi mi? Kesinlikle değil. AB'nin kendi içinde yaşadığı sorun, ekonomik boyutu ağır basan siyasi bir sorun.
Çünkü AB pastası büyüyor, AB büyümüyor.
Avrupa'nın yoksul ülkeleri "Zenginler Ligine" çıkabilmek için takla üstüne takla atıyor. Bu durum AB'deki politikacılar ile halkın arasını açıyor. EuroHorizons Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Şebnem Karauçak, Fransa'nın AB'nin genişlemesine karşı çıkış nedenini "Fransa ekonomisi büyüyemiyor. Durgunluktan çıkamıyor. Halk ise faturayı AB'ye çıkartıyor" diye özetliyor.
İte kaka gitmez!
Oysa AB kuyruğuna girmiş Bulgaristan, Romanya sırada bekliyor.
Pasta belli, dilim sayısı artıyor. Gelenler fakir.
Türkiye gibi nüfusu fazla, ekonomisi krizlerle boğuşan ve 18 milyon yoksulu olan müslüman bir ülke, Hırvatistan ile birlikte kapı önünde bekliyor. Ve, "Bilim ve Araştırma" dosyasının müzakere edilmesi öncesinde Güney Rum Kesimi'nin yaptığı lobi çalışmasından etkileniyor. Başbakan Erdoğan, "Onurumla oynamayın" diyor.
Oysa söylemin duygusal değil "Oyun kurucusu olacağım" biçiminde gelmesi gerekiyor. Çünkü AB süreci "ite kaka" gitmeyecek kadar hassas. İnce diplomasi, iyi kriz yönetimi gerektiriyor.
Oy kaygısı
Peki, Türkiye'de ne yapılıyor? Başmüzakerecisi Ali Babacan, bürokratlarıyla kavga ediyor. Siyasi kriterlerle ilgili pek fazla bir şey yapılmıyor. Şimdiden ekim ayında çıkacak "İlerleme raporu" ile ilgili olumsuz hava esiyor. AB yolunda bugüne kadar cesur davranan AK Parti hükümeti, yükselen AB karşıtlığı karşısında oy kaygısıyla olsa gerek konuyu iç politika malzemesine dönüştürüyor. Bu davranış ise iş dünyasının işine geliyor.
Çünkü ortalıkta Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) ile İstanbul Sanayi Odası (İSO) dışında AB'ye gönül veren pek fazla kurum görünmüyor. Hatta AB gönüllüsü İktisadi Araştırmalar Vakfı (İKV) susuyor. İKV'nin patronu Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) bile AB'ye "arka bahçe" espirisiyle bakıyor. Samimiyetsizlik ise AB karşıtlarını güçlendiriyor. Galiba AB'ye en çok Dışişleri Bakanı Abdullah Gül inanıyor.
Ve zor oyunu bozuyor...