Dün "yerli malı yurdun malı, herkes onu kullanmalı" tekerlemesindeydik. Ama yurdun malı azdı, herkese yetmiyordu. Bu yüzdendir ki okullardaki yerli malı haftasını incir, üzüm, fındık, meyve ile kutlardık. Zaten istesek dahi ithal avokado, kivi yoktu.
Bugün şükür ki "yerli malı yurdun malı" var ve küresel arenada boy ölçüşecek kalitede örneklerimizle övünebiliyoruz. Fakat sorun şu ki ister mega ister normal olsun yerli projelerde hâlâ yabancıların markalarına itibar ediyor, gereksiz yere cari açık oluşturuyoruz.
Fakat bu terk edilesi tutum, iyi örneklerin artmasıyla değişmeye başladı şükür... Misal İstanbul Sanayi Odası'nın 2 ay önce meclisine davet ettiği 3'üncü havalimanı müteahhitlerine, bu defa "alan ziyaretine" gidiyor olması...
Sanayici üyelerini daha önce TAİ, THY Teknik, Sağlık Bakanlığı ile buluşturan İSO, "yerlisi varken..." diyor ve ekliyor: "Küresel kalitede üretim yapan yerli sanayiciye öncelik verirseniz, satınalma garantisi sayesinde hem milli ekonomi hem de kurumlarımız kazanır." İSO Başkanı Erdal Bahçıvan'a bu yeni havalimanı ziyaretindeki amaçlarını sordum;
"Yaptığımız, üyelerimizi iş fırsatlarıyla buluşturmak" dedi ve ekledi: "Üye ilişkileri yönetimi sayesinde kendi sanayicimize cesaret veriyor, özgüven sağlıyoruz." Önerim şu: İSO deneyimi tuttu, bilinçli proje sahipleri "yerlisi varken" yabancıya öncelik vermenin, kısa vadede kazandırsa dahi sürdürülebilir olmadığını fark etti. Bana göre bu yeni yaklaşımı, diğer kentlerimizin sanayi odaları da benimsemeli...
Dünyada korumacılık rüzgârlarının fırtınaya dönüştüğü günümüzde "yerlisi varken" başkasını zengin etmek niye? Gidip illa ki yerli alın demiyoruz, ama "yabancı marka hayranlığı" üzerinden toplumsal aşağılık kompleksiyle davranıp cari açık yapmanın gereği yok.