Tabiatın şaşmazı cemreler kaldı gibi. Dün havaya düşeni dahil, onların şaşmazlığı, geçmişin ritminden hafızamıza kazınmış olmalarından... Bu yıl şaşkınlığımız kuraklığa dairdir ve görülen o ki geçmiş kıtlıklardan yeterince ders çıkaramamışız.
Kuraklığı sadece barajdaki su düzeyiyle okuyan kentlilerimiz, yıkıcı etkisini en fazla, pahalılaşacak olan sebze- meyve üzerinden yaşayacak. Susuzluğun yaşandığı yakın geçmişte doğurduğu zarar, şüphesiz bundan fazlasıdır. Özellikle tarımdaki olumsuzlukları, büyümeyi dahi baskılayabiliyor.
Türkiye'nin eski ezberi şuydu: "Gıdada kendine yeter 5 ülkeden biri..." Diğer 4 ülkeyi asla bilemedik ama sorgulamadan tekerledik durduk. Bunun yanına su zengini klişesini getirdik ve sandık ki ülkemiz dünyada su bolluğuna sahiptir. Oysa değildir. Kuraklık, büyük sonuçları olan doğal felaketlerdir ve tedbir geliştirmediğinde toplumsal yıkımı büyük olur. Bayram temizliğini bayram günü yapanlara döndük. Kuraklık geldikten sonra çaresini düşünmeye başladık. Bulabildiklerimiz de eski işe yaramaz ezberlerden öteye gitmedi.
Efendim bulutları gümüş iyodürle dölleyelim, yağmur yağsın. Yetmezse el parmaklarını aşağıya çevirip yağmur duasına çıkalım... Peki, soru şu: Acaba daha fazlasını yapamaz mıyız? Misal tarımda kuraklığa karşı rekolte tahmini, ürün planlaması, TMO benzeri düzenleyici araçlar, etkin su kullanımı vs...
Her kriz, öncesinden tedbir geliştirildiğinde "düşük maliyet" içerir. Hz. Nuh gemisini, yağmurlar başlamadan önce inşa etmişti. Kuraklık gelip çattığında çare düşünmek, yüksek maliyetli çözüm üretmenin diğer adıdır.
Sorunlardan öğrenen yapımıza uygun önerim şudur: Bizi zorlayacak bu kuraklık sürecini bir laboratuar olarak kullanıp, geleceğe dair kalıcı kurumsal çözümler üretelim. Havaya, suya, toprağa düşen cemreyi bu defa aklımıza düşürelim.