ABD ile AB arasında başlatılan serbest ticaret anlaşma süreci, Türkiye'nin geçmişteki hatasından kaynaklanan sorunu gündemimize taşıyıverdi. AB'nin üçüncü ülkelerle yapacağı anlaşmalara Türkiye'nin de taraf olması önerisini, Çiller ve Karayalçın ikilisi; "Güney Kıbrıs ile ticaret yapmak zorunda kalabiliriz" paranoyası ile reddetmişti. Bugün toplam ticaret hacmi birkaç AVM'den öteye gitmeyen Güney Kıbrıs korkusu bugün bizi taa Amerikalarda "çözüm aramaya" taşıyıverdi.
Muhtemel 3 çözüm var. Ya Türkiye, AB-ABD anlaşması sürecine paralel olarak ABD ile kendi STA'sını imzalayacak. Ya da AB ile olan sorunumuzu çözerek geçmişteki yöneticilerimizin hatalarını telafi edip biz de AB ile Atlantik anlaşmasına taraf olacağız. Son seçenek ise AB ile aramızda 1996'da başlayan ve bugün artık bize zarar ettiren Gümrük Birliği anlaşmasını STA'ya çevirmek.
Bakan Çağlayan "şahsi fikrim" diyor ve ekliyor: "Benim gönlüm üçüncüden yana..." Peki bunun etki analizi? Bakan'a bunu soruyorum: "Müzakereler ilerlemeden bilmek imkânsız" diyor. Washington'a uçarken yanımda arkadaşım Barış Ergin'in verdiği raporu inceliyorum. İsveç, olası AB-ABD arasındaki STA ile ülkesinin ne kazanıp ne kaybedeceğini araştırmış. Görünen, sorunun çok daha karmaşık olduğuydu. Farklı ihracat güçleri, mal desenleri, mukayeseli üstünlükler, korumalar ve stratejik sektörler...
Türkiye ABD ile yüksek düzeyli komite aracılığıyla, ucu belki de STA'ya varacak ticareti derinleştirme, zenginleştirme ve işbirliği sürecini başlattı. Ancak paralel olarak atılması gereken adım, bizi bu arayışa iten Gümrük Birliği'nin bir sonraki sürümüdür. Centilmen olmayan AB'nin bu tutumu belki de bizi "hayırlı" bir sonuca götürecek. Kötü ortak insanı yeni pazar sahibi yapabilir.