Adam Smith, bundan 230 yıl önce Milletlerin Zenginliği'ni 3 temel üretim faktörü üzerinden tanımlıyordu. Eğer bir ülke emek, sermaye ve hammaddeye sahipse, üretimin doğru bileşeni üzerinden zenginliğe ulaşabilirdi.
Bilgi güçtür ve daima önemli olmuştur. Fakat temel üretim faktörü sayılmıyordu. Son çeyrek yüzyıl, bilgiyi yüceltince, "üretimin olmazsa olmazı" haline geldi. Tam da bu noktada milletleri zenginlik sırasına koyarken eski ölçeklerin işe yaramadığını fark ettik.
Önce işi standart ihtiyaç mallarıyla dolu sepetler üzerinden çözmeye çalıştık ve gelirimizle kaç sepet alabileceğimizi hesapladık. Satınalma Gücü Paritesi (PPP) işe yarar gibi göründü. Fakat nihai değer üzerinde bilginin payı %80'i aşınca, o da anlamsızlaşmaya yüz tuttu.
Neticede 3 temel faktör olan emek, sermaye ve hammadde, paylaşılınca azalan karakterdeydi. Fakat bilgi farklı davranıyordu ve paylaşınca çoğalıyor, milli gelir hesaplamalarında kafaları karıştırıyordu.
Yeni ölçek, bilgi, beceri, fikri mülkiyet, araştırma, geliştirme üzerinden oluşan yeni eko sistemleri de milli gelir hesabına koyacak. Türkiye dâhil her ülke, dünya liginde kendini yeniden tanımlayacak.
Mevcut yöntemde 16'ncı sırada olan Türkiye'nin yeri, yeni ölçekte nerede olur? Eğer siz bilgiyi yücelten tutum sergiler iseniz, üst sıralarda yer alırsınız. Değilse, ilk 10'a girmenin değişecek olan parametresi, bizi bulunduğumuz sıranın da altına öteleyebilir.
Değer yaratmayan süreçlerden kurtulmak, AR-GE'ye bilime daha fazla kaynak aktarmak, dikkatimizi cirodan kâra çevirmek, nicelikten katma değere yönelmek, bu yüzden önemli... Zira ölçek değişiyor ve fabrikanın yerini, okullar alıyor.