Teoride "gol yemesi mümkün olmayan" bir kaleci tanımlayalım. Aynı zamanda "penaltı kaçırması imkânsız" bir santrfor tanımlayalım. Soru şu: bir maçta penaltı veriliyor. Bu kaleci ile bu santrfor karşı karşıya... Hakem düdük çaldı ve santrafor topa vurdu. Gol olur mu olmaz mı?
Benzer soruyu futbolla ilgisi olmayanlar için verelim. Öyle bir top olsun ki buna hiçbir kale suru dayanamasın. Ve öyle bir kale suru olsun ki bunu hiçbir top, yıkamasın. Bir muhasarada bu özel kale surları önüne bu özel top gelse ve ateşlense, sur yıkılır mı?
Cevabı sona saklayıp meramımı anlatayım. Zaten cevap kendiliğinden oluşur. 2023'te ilk 10 büyük ekonomiden biri olma iddiasındaki Türkiye, aynı zamanda değer yaratmayan kurumlarını sırtında taşıyabilir mi?
Bir yönünüzle yenileşim talep edip diğer yönünüzle bilime, yeniye, farklı olana direnebilir misiniz? Yasaların karşısında herkesi eşitlemişken, bazılarına imtiyaz verebilir miyiz? Paralarla kaçan veznedarı hapse atan yasalar, müşterisini soyan bir kısım kötü niyetli bankacı için çalışmaz mı?
1 milyon 200 bin işletmenin her birine yılda en az 10 bin lira mali külfet getiren ve sayıları 365'e erişen odalar, hemen hiçbir değer üretmeden sonsuza dek var olabilir mi?
Biliyorum çok soru soruyorum. Ancak aslolan sorudur ve iyi sorulduğunda, cevabı da zaten içinde barındırır. Sabrınıza sığınarak son soru: Testiyi kıran ile suyu getireni ayrıştırmaz isek, başarıyı nasıl alkışlayacak, başarısızlığı kime fatura edeceğiz?
Baştaki sorunun cevabı da burada zaten... Eğer siz "dünyada gol yemeyen" kaleci tanımı yapıyorsanız aynı anda "asla penaltı kaçırmayan" santrfor tanımı yapamazsınız. Tanımında her suru delen top varsa, aynı düzlemde ve aynı anda "dünyadaki hiçbir topun yıkamayacağı sur" tanımınız muhal olur. Her tercih bir vazgeçiştir ve yarını tercih ediyorsak değer üretmeyen süreçlerden, hırsız bankacılardan, işe yaramaz odalardan vazgeçmeliyiz.