Oysa ne kadar zahmetli olmuştu yastıkaltını ekonomiye katmak... Tezimiz şuydu; altını yastık altından çıkarabilirsek, ekonomiyi uçururuz. Çeyrek asır aldı ve halkı buna ikna etmek için neler neler yaptık.
Altın sertifikası dedik, kâr ortaklığını getirdik, katılım bankaları kurduk... Yastıkaltını bankalara yönlendirmek için yasalar çıkardık, düzenlemeler çıkardık. Amaç; yastık altında atıl duran bu değeri, ekonomiye katmak ve bu sayede büyümenin kaynak sıkıntısına "altın çözüm" sunmaktı.
Başardık da... En azından bir yere kadar... Çeşitlenen yatırım enstrümanları, altına bağlı hesaplar, sertifikalar, derken... Yastıkaltı, bankaları besler hale geldi. Bu sayede yeni dengeler oluştu. Büyüme hızlandı, küresel krizde pozitif ayrışmamıza katkı sundu.
Ancak bu üst dengeyi bozmaya başlayan bankalar, yüksek kâr tutkusuyla kendi evlatlarının başını yer hale geldi. Emanet ettiğin parayı, bizden habersiz tırtıklayan, 65 farklı ve çoğu yasal olmayan işlemin fahiş ücretini bize ödeterek, bırakın artışı, zarar ettirecek noktaya taşıdı.
Tam da bu noktada feraset, parayı bankaya emanet etmek yerine, dikkatlerimizi altına çevirdi. Düşen fiyatların da etkisiyle tasarrufunu bankaya değil, altına yönlendirmeye başladılar. Üstelik bankaların altın hesabına değil, bizzat fiziki altın tutmaya meylettiler.
Kural son derece basit; altını tutan kuralı koyar. Şimdi maaşını bankada tutmanın zararlarını görmeye başlayanlar, gram altına yöneliyor. Gremse çılgınlığı dediğimiz, bankalara karşı doğal ve sağlıklı bir tepki.
Yastıkaltı, tasarrufun yeni adresi olurken fiziki altın yeniden evlere, yastık altına, evdeki kasalara yönelmesi, bankaların düşünmesi gereken bir halk tepkisi artık.