Bankacılık sistemi, düşen faizlerle birlikte, kârını eski "yüksek" dengeye getirebilmek için, faiz dışı gelirlere yöneldi. Burada tuhaf bir durum yoktur. Neticede bankalar iktisadi kurumlardır ve kârsızlık düşünülemez.
Ancak kârsızlık, arsızlık oluyorsa, burada temel dengelerin bozulmaya başladığından söz edebiliriz. Reel ekonominin kanı mahiyetindeki bankaların hizmetlerini ücretlendirirken onu dengeleyecek unsurların bulunması, muhtemel kaosu önlemek açısından zorunludur.
Biz bunlara düzenleyici kurum diyoruz. Banka özelindeki karşılığı; BDDK oluyor. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu... 80 öncesi filmler bize bankaya yönelik tehditleri, "paralarla kaçan veznedar" üzerinden anlatıyordu. Derken 90'lar geldi ve bankaların tehdidi, onun içini boşaltan patronları, siyasetçiler oluverdi.
BDDK'yı kurduk. Gayemiz, hazine adına mevduat toplayıp bunu krediye dönüştüren, bu sayede reel ekonominin para çarklarını işleten kurumları, dâhili ve harici düşmanlarından korumaktı. İşe de yaradı ve bankalarımız, 2001 krizinden de öğrendikleriyle birlikte, küresel krizin teğet geçmesine yardım etti.
Ancak koruduğumuz bankaların, düşen faiz yüzünden bozulan dengeyi, mudi ve reel sektörü "yolarak" kurmaya çalışması, tehdidin yönünü değiştirdi. Bu defa banka, ona mevduatını emanet edenden ve ondan kredi alandan, "vermediği hizmete fahiş ücret" yoluna saptı.
İpek böceği kafesi gibi, girenin çıkamadığı kredi kapanları, para yatıranın BDDK gözetiminde yolunduğu bu sistem, denge durumunu çoktan aştı. Tüketici yasasını taktıkları yok, cezaya aldırdıkları da... Şimdi bana, benim gibi mudileri ve kredi alanları koruyacak, yeni bir BDDK lâzım.