Hayırseverlerin en büyük hayal kırıklığı, hayrının amaç dışı kullanımıdır. Bu, zekâtı emanet ettiğinin, fitreni zimmetine geçirmesi olabilir.
Plastik kapak desteğinin engelliye gitmeyişi de... Tekerlekli sandalye için aldığın engelli tiyatro biletinin sahteliği de...
Kendi yakın geçmişimize bakın; hayırseverimiz de hırsızımız da bol olmuş.
Çocukluğumda okul idaresinin baskısıyla bizden gri zarflarda toplanan paraların Türk Hava Kurumu'nda; "yöneticilerin tatil turları" için harcandığını ancak gençliğimde öğrenebilmiştim.
Kurban derileriyle beslediğimiz Kızılay'ımızın aslında mevcut olmadığını, Marmara Depremi'nde anlayabilmiştim.
Bir hayırsever dostum, yaptırdığı okulun içler acısı durumundan yakınıyordu. "Neden böyle oluyor?" sorusunun tek bir cevabı yok.
Ancak hayırseverin hayal kırıklığına meydan vermeyecek araçlar artık var.
Bunlar, yönetişim denilen ve içinde "hesap verebilirlik", "şeffaflık" gibi çağdaş yöntemleri barındıran yaklaşımlardır.
Yaptığın hayrın, yerine ulaştığını bilmek, toplumdaki yardımlaşmanın ivmesini de artırır.
Pek çok insan, yapacağı yardımın "doğru adreslenmiş ihtiyaca" ulaşacağından emin değil.
Bu sağlandığında, hayırseverin hizmetine uygun araçlar sunmuş olacağız.
Bunun da çalışan tek yolu, kamu yararı için kurulan organizasyonların, şeffaf ve hesap verebilir yapılar içinde tutulmasından geçiyor.
Nerede Kızılay çadırı görsem, kan vermeyi düşünenlerdenim.
Ama bu kanın doğru damara gittiğinden emin olmalıyım.
Yasa koyucunun, hayır kurum. Açları doyuralım derken "gözü açları" beslemeyelim.
Zira aç doyar da açgözlü doymaz.