Krizleri hatırlıyorum. 1994, 1998, 2001 ve 2009... Nasıl hatırlanmaz ki... Riskin tamamını müşteriye yükleme gayretiyle meşhur bankacılarımız, işler yolunda gitmediği anda, derhal silahlarını devreye alır.
Zaten işler yolunda iken kuşandıkları bu silahlarla, çoğu kez kendi evlatlarının başını yiyerek...
2001'den bir örnek: İhracatçı şirket, bankadan 10 milyon $ kredi kullanmış.
Her ay 2 milyonu tıkır tıkır ödüyor. Doların bir anda 700 liradan 1600'e çıktığı gün; müşteriden krediyi geri çağırıyor. Şirket sahibinin dışarıdan gelen 2 milyon $'ına anında el koyuyor.
İhracatçı diyor ki, "hiç değilse 80 bin $ bana aktar ki ben de bu sayede ikinci parti 2 milyonluk malı nakledebileyim."
Bilin bakalım banka ne yapıyor? Banka, geri çağırma silahıyla ihracatçıya acımadığı gibi kendi bindiği dalı kesiyor.
Ve birkaç hafta sonra ihracatçı gelip fabrikanın anahtarını banka müdürünün önüne atıyor: "Al sen işlet ve geri çağırdığın krediyi tahsil et."
Teoriye, genellemeye gerek yok. Bu basit örneğin binlercesini yaşadık ve hatırlıyoruz. 2009'da Küresel Kriz sürecinde geri çağırma silahını kullananların sayısı, 2001'den az oldu fakat yine de kullandılar.
Bugün, FED ve küresel gerginlikler, bazı bankacıların bu eski hastalığını depreştirmeye başladı.
Tuhaf olan, geri çağırma silahını, BDDK'nın gözü önünde, SPK'nın sorgusunda iken ve Rekabet Kurulu'na aldırmadan kullanıyor olmalarıdır.
Bu silahın böylesine fütursuz kullanılması, finansal statükonun işine geliyor olabilir. Fakat ihracatçının, üreticinin, Türkiye'nin işine gelmediği aşikâr...