Hammurabi, Babil sokaklarına "vergi ödemeyenin kellesi gider" yazılı tabletler dikmişti. Kelleler gitti de vergi, yeterince toplanamadı... Aradan geçen 3 bin 800 yılda vergi yüzünden kelleler gitmiyor fakat "vergi idaresi" iyi çalışan uluslarda vergisini ödemeyenin canı yanabiliyor.
Burada sorun, vergiyi adil salmak, abartmamak, salınan vergiyi de toplayabilmekte yatıyor. Borçlanma ihtiyacımızın arttığı dönemlerde, deprem ve savaşlarda vergileri artıran, işler yolunda gitmeyince kazanılmamış paradan dahi vergi almaya kalkan geçmişimiz var.
Hatta ABD'nin kriz sürecinde gündeme getirdiği "zengin vergisini" yıllar önce denemiş "varlık vergisi" uygulamasıyla sosyal faciaları da tatmış bir tarihe sahibiz. Ancak öğreniyoruz. En azından artık biliyoruz ki yüksek vergi, sürdürülebilir yüksek vergi geliri sağlamıyor. Seçmen sayısı ile mükellef sayısını eşitleyemeyince, ücretli "kümesteki kazlara" dönüyor, yolunmaktan beter hale geliyor.
Şimdi konuşulan zengin vergisi, bana göre dünün tecrübeleriyle harmanlanıp, iyi çalışılması gereken, hayati bir konudur. Eğer "vur deyince öldür" diye anlayan bürokratları patron kılacak isek, yüksek büyümeye veda edebiliriz. Şayet kriterleri net, şeffaf ve adil değilse, zenginliği ölçerken, vergi alalım derken, zenginlerimizden olabiliriz. Bu da beraberinde zenginliğimizden olmayı getirebilir.
Başbakan'ın "asıl vermesi gerekenden alınması" sözleri, bana göre temel yaklaşım olmalı. Zira "okul yaptırmazsan sana Osmaniye'de iş yaptırmam" diyebilecek celali valiler dolaşıyor ortalıkta. Bir de bu zihniyetin Maliye'de kural koyucu hale geldiğini düşünürsek, vergi üzerinden "zulmetmeye ahali" kalmayabilir.