Ufukta bir tehlike var: Ülkenin 2023 ufuklarında şayet ihracatımız yarım trilyon doları aşacak ise, bunu gerçekleştirmek için "eksenimizin kayması" şart. Yeni pazarlar arasında Koşer Sertifikası arayan müşterilerimizin yanı sıra İslami usullere göre hazırlanmış gıda talep edecek Müslüman ülkelerin tüketicileri de var. Üstelik bu sayı daha da artacak.
Tehlike, bu sertifikasyon sürecinin henüz bir disipline bağlanamamış olması. Eline sertifikasyon izni geçirenler, şık yazıcılar kullanarak fiyakalı belge üretip, satıyor. İhracatçı firmalar da "eğer sertifikan yoksa yandın" şantajıyla korkutulduğu için talep edilen fahiş faturaları ödüyor.
Düzenleyici kurumlarımızın zaafı yüzünden gelinen nokta; ürkütücü... Helal sertifika örgütleri, STK kuruyor... Sektördeki gıda ihracatçısı firmaları bu STK aracılığıyla korkutuyor. Yetmiyor, belge almayanları "kanserojen" diye teşhir ediyor. 90 yıldır zaten "ikametgâh, iyi hal kâğıdı" benzeri belgelerle terörize edilmiş toplumda bu "şantajlar" karşılık bulabiliyor. Üstelik bunu yaparken devletin kurumunu "Batılıdır, laiktir, belgesi caiz değildir" diyecek kadar toplumun değer yargılarını da ticarete alet ederek...
Benzer başıboşluk, ISO ve Kalite Belgesi alanında yaşanmış, bir çanta bir yazıcı ile ortalıkta firmaları dolandıran yüzlerce sertifikacı türemişti. Şimdi helal gıda üzerinden, hiçbir uzmanlık, gözetim veya katkı sağlamadan, ihracat için gerekiyor diye sertifika üretenlerin türemesi, devletin bu alanda yeni düzenlemeler yapması zorunluluğunu gösteriyor. Eğer bunu çözemezsek ihracatımızın önüne, helal gıda sertifikasyonu itibarını hükümsüzleştirerek, kendi elimizle engeller koymaya başlamış oluruz.