Ne kadar köklü olursa olsun; eğer bir kurum artık değer üretmiyorsa, ölmeye mahkûmdur. Sorun, artık değer üretmediği halde, "defnedilmeleridir" ve sayıları, sanıldığından daha fazladır.
Çocukluğum, gençliğim, canımız ciğerimiz Kızılay'a yardım etmek adına saman zarflara "fitreleri" koymakla geçti. Bir afet halinde bizi kurtarsın, bize baksın diye...
Ancak bir Kızılay'ımızın aslında var olmadığını; 17 Ağustos sabahı öğrenebildik. Depremin fay hattı, bir kurum olarak Kızılay'ı gözden geçirme "fırsatı" sundu ve bugün övünebileceğimiz hale getirebildik.
1990 kayıp yıllar, bankalarımızın şahlanışına sahne olmuştu; yapılan tanıtım kampanyalarıyla kendimizi "bankalar cenneti" içinde sandık. Fakat 2001 krizi de, aslında bir kurum olarak "banka" sorgusunu gündeme getirdi. O dönemde attığımız adımlar sonucu, Küresel Kriz sürecinde finansal tsunami, bankalarımızı "teğet" geçebildi.
Benzer örnekleri, yalnızca kamudan, KİT'lerden değil, aynı zamanda özel sektör firmalarımız üzerinden çoğaltabiliriz. Temel dinamik şudur; bir kırılma yaşanıyor ve bu da "sistemi, kurumu, firmayı" gözden geçirme enerjisini tetikliyor.
Bugün benzer kırılma, bizde var olduğunu sandığımız futbol sektörü üzerinden yaşanıyor. Sektör diyorum zira eskinin centilmenlik ve spor odaklı bakış açısından "endüstriye futbol" algısına taşınan yapıda, "sistematik sorunlar" tartışılıyor.
Gözden geçirilesi kurumlar galerisinin yeni aktörleri, ekranlarda "gol, puan, transfer" gibi geleneksel kavramlarıyla değil, "şike, teşvik primi, sahtecilik, etik dışı anlaşmalar" üzerinden değerlendiriliyor.
Temel sıkıntı; şike dünyasının aktörlerinin şaşırıyor olabilmesi... Kirlilik, öylesine "normalleştirilmiş" ki, buna karşı başlatılan temizlik gayretine şaşırabiliyorlar... "Bu bana yapılır mı? Bu benim başıma nasıl gelir?" Hayretin altında yatan duygu, tam da sistematik sorunların tanımı gibi...
Evet; sorun "sistematik" ise, sistemin gözden geçirilmesi, sürdürülebilirlik açısından kaçınılmaz hale gelir. Futbolda olup biten, artık değer üretmeyen, kirliliğin "yeni normal" halini aldığı bu sistemi, mercek altına almaktan ibaret.
Burada olayı, takımlara, kişilere veya münferit olaylara indirgemek, sorunun "sistematik" boyutunu ıskalamamıza yol açabilir.
Yıllarca kayıt dışı ekonominin yıkımından söz ederiz. Oysa bugün kayıt dışı ile baş edebilecek enstrümanlarımız var. Bilgi ve iletişim teknolojileri bize bunu sağlayabilir. Fakat sorunun "sistematik" boyutu halledilmeden, teknoloji size ne yapsın... Yasalardan başlayarak etik değerlere ve oradan iş kültürü ve alışkanlıklara dek bütün sistemi gözden geçirmedikçe, kayıt imkânına rağmen "dışı"nda kalabiliriz.
Gözden geçirilesi kurumlar arasında yalnızca futbol yok. Sporun diğer dalları da artık göz önündedir. Ancak gözden geçirilesi kurumlar, sporla sınırlı değil ki...
Yeni bakanlıklar ve yenilenen bürokrasi, bu gözden geçirmelerin "tam da zamanı" olduğunu anlatıyor bizlere...
Üniversiteler, bana göre gözden geçirilmesi gereken kurumlar arasında... Bilim üretemeyenin dışlanması, en azından teşhir edilmesi gerekiyor ki yarışta bulunduğumuz ülkeler arasında kendimize yer edinebilelim.
Sağlık hizmetinde bir yere gelmemizde, binalar ve donanımlar alanında yaptığımız atılımların payı büyük. Fakat başta şöhretli zincirler olmak üzere mevcut kurumların gözden geçirilmesi şart. Neticede 5 yıldızlı sağlık hizmeti üretmek ile 5 yıldızlı otel hizmeti satmanın "farklı" şeyler olduğunu anlamaya başladık.
TÜBİTAK'tan TÜİK'e, İş-Kur'dan muhtarlıklara dek, gözden geçirilesi yığınca kuruma sahibiz. Bunların tamamı "değer üretmiyor" demiyorum. Dediğim, bu kurumların günümüz şartları ve ihtiyaçlarıyla ne kadar örtüştüğünü incelemenin, ülke kaynaklarını (insan, para, zaman) verimli kullanmak için zaruri olduğudur.
Yeni Hükümet, Yeni Kabine, yeni bir Meclis ve taptaze bir başlangıç.. Şike ve benzeri kırılmaların tam da gündeme geldiği ortamda "temizlenme" sürecinden başlayarak, şeffaflık, hesap verebilirlik ilkeleri ışığında bütün kurumlarımızın gözden geçirilmesi şarttır.
İlk 10 ülke olmak, değer yaratmayan iş süreçlerini ayıklamadan, işe yaramayan kurumlarımızı sırtımızdan atmadan mümkün olamaz ki...