YASED'in son çalışması, zaten bildik bir gerçeğin altını çiziyor; Türkiye, en az 3-5 yıl daha küresel cazibe merkezi olmayı sürdürecek.
Yabancıların Türkiye ilgisi artarak süreceğine göre, bu ilginin doğuracağı "ilişki" önem kazanıyor.
Yeni yatırımların şekli de bu ilişki tarzıyla belirleneceğinden Türkiye'nin acilen neyi neden yaptığını bilmeye ihtiyacı var. Buna "yabancı yatırım stratejisi" diyebiliriz.
Krizden önce araştırma şirketi Nielsen' in Türk patronlara yönelttiği ilginç bir soru vardı; "Global bir oyuncudan iyi bir teklif alsanız şirketinizi satar mısınız?" Cevap, sorudan da ilginçti: %78 evet.
Beş Türk patrondan dördü, "nasılsa işler kötü (%72.3) diye" markasını yabancıya satmaya hazır ve tek sorunumuz da "fiyatımızı bilmiyoruz" şeklindeydi.
Anlatmak istediğim; yabancı ilgisi, doğrudan sermaye yatırımı ise de "birleşme, evlenme" çağında bu ilginin yönü genelde bizim şirketlerin satın alınması şeklinde gerçekleşecek. Önce orta ölçekliler, ardından nitelikli KOBİ'ler, "en uygun fiyata" yabancıya gidecek gibi görünüyor.
Türkiye'yi bu cazibesine rağmen hâlâ düşük not cenderesinde sıkanlar da zaten bu yabancı ilgisinin "fiyatını düşük tutma" gayreti sergiliyor.
Yabancı sermayenin geliş şekli ya "markalarımız satınalma" veya "yalancı sermaye" dediğimiz sıcak para mı olmalı?
Yabancı sermayenin kötü bir şey olduğu yazısı değil bu yazı. Merak ettiğim, ilk "kısa vadeli" fırsatta kendi yarattığımız markaları satmaya olan hevesimizdir.
Sahi küreselleşmeyi böyle mi anladık ve neyi başaramıyoruz?
Marka üretmede çok mu başarılıyız da "nasılsa çok küresel firmamız var, alan alsın, yenisini yaratırız" mı diyoruz?
"Parayı veren çıktıktan sonra isteyene satarım" mantığı, ekonomik akla uygun düşse de uzun dönemli ülke çıkarlarıyla ne kadar örtüşüyor, anlamıyorum.
Yabancı sermaye; mevcut şirketlerimizi alma yerine, teşviklerle "yeni yatırımlara" pekala yönlendirilebilir. İlla markamı mı satın almalı? Gelsin, kendi fabrikasını, markasını kursun...
Sermayenin küresel hale geldiği dünyada pek çok ülkenin şöhretli markalarını, başkalarının satın aldığını biliyoruz. Ancak bu satışların, o ülke kamuoyunda enine boyuna tartışıldığını da görüyoruz. Markanın, "trade mark" tanımı dışında, toplum hayatında "psikolojik" ve "sosyolojik" değerler taşıdığı bir gerçek.
Peki kendi aklımız, emeğimizle var ettiğimiz bu "değerleri" biz mi iyi yönetemiyoruz da "yabancı gelsin alsın" diyoruz.
Ya da "büyüyen şirketimize bizim aklımız yetersiz kalıyor" gerekçesiyle mi kolaylıkla elden çıkarıyoruz?
Türkiye cazibe merkezi diye; "yabancıya sat ve kurtul" mantığı, "zavallı bir müstemleke mantığı"dır.
Akıllı olup firmanı ve markanı yönetmek zorundasın.
Yabancı gelsin alsın dersen kendi ülkende "efendilikten marabalığa tenzil" etmiş olursun.