Türkiye'nin yakın gelecekte dünyada ilk 10 ülke arasına girmesi, hepimizin ortak rüyası.
Bizler, bu ilk 10 ülke gururunu satınalmakla birlikte, bunu ne zaman başaracağımıza dair rivayetler; muhtelif...
Goldman Sach'ın gelecek analizlerine göre 2050'de 9. sıradayız. Japonya, Almanya ve Fransa 'yı da geride bırakarak...
Başbakan, Cumhuriyetimizin 100. yıldönümü olan 2023'te ilk 10'da yer alacağımızı söylüyordu Trabzon konuşmasında.
Büyük holdinglerimizin, " ilk 10 " söylemini, " Fortune 500 " listesindeki sıralama üzerinden kurduğunu biliyoruz. Amaç, dünyanın en büyük firmaları arasında ilk sıralara tırmanmak.
Buraya kadar her şey güzel de...
Türkiye veya şirketlerimizin bu söylemin bir adım ötesini de tanımlaması şart.
Zira bu işler yan gelip yatarak olacak şeyler değil.Zaten yan gelip yatarak büyüyen karpuz ve kavunun dahi " ekime, bakıma, suya " ihtiyacı var.
Yeni zenginlik alanı olarak " bilgi yoğun ve yenilikçiliğin hâkim olduğu üretim " şeklinde tanımlanınca, aklımıza gelen şey; bu alanda neler yapıyor olduğumuzdur.
Şimdiki tabloda gördüğümüz; " niyetler tamam ama eylemlerin döküldüğü " yönünde.
Sanayicimiz Ar-Ge'nin önemini anlamakla birlikte bu alandaki adımlar cılız.
Üniversitelerin çoğu hâlâ " bilgi ile üretim arasındaki bağı " kurabilmiş değil.
Kamunun bu amaçla oluşturduğu TÜBİTAK ve benzeri birimler, olup biteni izlemekten öteye geçememiş.
Teknoparkları da organize sanayi bölgesi gibi algılayıp " ben de isterem " türküsüyle çoktan alaturkalaştırdık.
Görünen o ki bunların dışına taşacak stratejik bir adıma ihtiyacımız var.
Dün Avrupa Parlamentosu'nda düzenlenen " Türk Ar-Ge Günü " toplantısında Bakan Mehmet Aydın; " ekonomik rekabetin bilgi üretimi ve kullanımından geçtiğini " dile getiriyordu.
Hal böyle olunca Bakan Aydın'ın söylediği bir ileri adımın önemi ortaya çıkıyor; "Ekonomik gelişme yoksa hiçbir alanda başarılı olmanız mümkün değil. Zira güçlü ekonomi bilgiye dayanır. Bilgi için bilimsel yapı güçlü olmalı. Bu da teşvik edici yasal altyapı, bilim kültürü ve maddi katkı ister."
Yönetim, düzenleme ve teşvikleri halledebilir. Hatta kaynaklarımızı bu alana akıtabiliriz de. Fakat bana göre temel sorun, yeniliğe ve Ar-Ge'ye olan kültürel dirençtir.
Kültür kodlarımızdaki " icat çıkarma " direnci, yenilikçilik alanındaki kültürel bariyerin ifadesi gibi geliyor bana.
Kültürü değiştirmeden ArGe'yi yeşertmeniz mümkün değildir. Neticede bu iş bir bakıma " eski köye yeni adet " getirmektir ve buna bırakın köyü, en modern (!) işletmemiz dahi izin vermemektedir.
Yasayı veya teşviki bir gecede çıkarabilirsiniz.
Fakat kültür, bir günde oluşmaz.
Ancak kültür değişmelerini tetikleyecek yığınca enstrüman kullanabiliriz.
Eğitimin temeline bu zenginlik kodlarını yerleştirebiliriz.
Medya sayesinde yenilikçilik ve buluşçuluğu cesaretlendirebiliriz.
Madem TV dizileri revaçtadır, o halde kendi Zihni Sinir'lerimizi birer başarı figürü haline getirebiliriz.
Eskiden okullarda yerli malı haftası kutlardık. Bana göre " yerli malı ", küreselleşen dünyada artık " Ar-Ge " ile yaratılmış nitelikli mal ve hizmetlerdir artık.
Bakan Mehmet Aydın 'ın " Türkiye'yi küresel Ar-Ge merkezi haline getirmek istiyoruz " sözlerini ben son derece önemli buluyor ve yerli malı haftasının artık Ar-Ge Haftası haline dönüştürülmesini öneriyorum.
Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Nazım Erken, İstanbul'un finans merkezi olması yönünde stratejik belgenin küresel toplumla paylaşılacağını söylüyor.
Bu iddiamız, İstanbul'un yıllarca bu yönde attığı adımlar ve biriktirdiklerinden geliyor kuşkusuz.
Türkiye'nin küresel Ar-Ge merkezi olması iddiamızın da bu alanda atacağımız adımlar kadar kültürel bariyerleri kaldırma yönündeki gayretlerimizle hayata geçebileceğini düşünüyorum.