Dış borç, belli dönemlerde gelişmekte olan ülkeler için sistemik bir problem haline dönüşebiliyor. Bunun en yıkıcı örneklerinden biri, 1980'lerde yaşanmıştı. Paranın görece bol, faizlerin ise düşük olduğu 1970'li yıllarda birçok ülke, kalkınmaya dönük yatırımları finanse etmek için dış borca ağırlık vermişti. Enflasyondan dolayı 1980'lerin başında küresel faizler hızla yükselince de dış borçlar ödenmez hale gelmişti. İlk olarak Meksika'da patlak veren borç krizi kısa sürede gelişmekte olan ülkeler evrenine yayılmıştı.
Topu dikmemek için birçok ülke IMF ile yapısal uyum programı imzalamak zorunda kalmıştı. Gelişmiş ülkeler, borcunu çevirmekte zorlanan ülkelere ağır şartlar dayatarak borçlarını yeniden yapılandırdı veya tıraşladı. Borç krizinin üstesinden bir şekilde gelindiyse de kötü küresel yönetim, ilerleyen yıllarda başka krizleri tetikledi. Sonuçta 1990'lar gelişmekte olan ülkeler için kayıp yıllara dönüşmüştü.
Küresel büyümenin canlanması ve başarılı yapısal reformlar sayesinde ekonomiler, 2010'lu yıllara kadar dış borç oranlarını makul seviyelere indirdi. Ancak son yıllarda yavaşlayan küresel ticaret ve büyümenin de etkisiyle dış borç oranları yeniden artmaya başladı. Koronavirüs salgını bu trendi hızlandırdı. Küresel faizlerdeki artış, özellikle yoksul ülkelerin borç yönetimini zorlaştırıyor. 1980'leri andıran bir senaryo var karşımızda. Sri Lanka, Mozambik, Zambiya ve Grenada gibi yoksul ülkeler, borç darboğazının içindeler. IMF'in yaptığı hesaplamalara göre, 27 ülke borç açısından 'yüksek risk' kategorisinde.
YAPILANDIRMA ÇÖZÜM DEĞİL
Küresel ekonomi, yeni bir borç yapılandırma talebi dalgası ile karşı karşıya kalabilir. Geçmişte dış borç yapılandırmaları çoğunlukla Paris Kulübü aracılığıyla yapılırdı. 1956'da kurulan Paris Kulübü'nün amacı, ödeme zorluğu çeken ülkelerle borç verenler arasında koordinasyon sağlayarak sürdürülebilir yapılandırma çözümleri üretmek. Çoğunluğu gelişmiş ülkelerden olan 22 üyesi bulunuyor. Çin buraya üye değil. Eskiden dış borçların ezici çoğunluğu Batılılar aracılığıyla verildiği için Paris Kulübü olaya ağırlığını koyabiliyordu. Şimdilerde durum farklı. Paris Kulübü'ne üye resmi kreditörlerinin verdiği borcun toplam dış borca oranı 1996'da yüzde 39 iken, bu oran 2020'de yüzde 12'ye düştü. Çin'in diğer ülkelere sunduğu dış borçlar son 10 yılda dengeyi değiştirdi. Çin'i yapılandırma pazarlıklarına dahil etmeden mesafe almak kolay değil.
Çin, oyunu Batılıların egemenliğinde olan küresel finans sisteminin kuralları dahilinde oynamak istemiyor. Pekin yönetimi kendi kurumları ve kurallarıyla iş yapma eğiliminde. Kendisine borçlu ülkeler geri ödemede sıkıntı yaşadıklarında onlara yeni borç limitleri açarak değirmeni döndürmeye çalışıyor. Yani Batılıların yıllardır ısıtıp ısıtıp servis ettiği yemek bu sefer Çin sosuyla sunuluyor. Batılılar da Çin'i küresel yönetimin mutfağına sokmak istemiyor.
Oyunun kurallarına etki edenler sadece kendi çıkarları doğrultusunda hareket ettikleri için borç sorununa kalıcı ve kapsayıcı bir çözüm üretilemiyor. Aslında yapılandırma da bir çözüm değil. Önce aşırı borçlanmaya neden olan eşitsizlik gibi yapısal sorunların giderilmesi gerekiyor. Ama kapitalizmin yakıtı borç para olduğu için bu yol, açgözlü büyük oyuncuların işine gelmiyor. Filler tepişirken çimenler eziliyor.
İNGİLİZLER İÇİN ACI İTİRAF
Bir zamanlar "üzerinde güneş batmayan imparatorluk" olarak ün yapan Birleşik Krallık, "Avrupa'nın hasta adamı"na dönüşmüş durumda. Son yıllarda çok ciddi bir lider krizi yaşıyorlar. Kurumsal sistemlerinin kalitesi eriyor. Sanayi rekabetini kaybedeli uzun yıllar olmuştu. Yeni nesil teknolojilerde de ABD veya Çin ile rekabet etmenin çok uzağındalar. Brexit yeni bir reform süreci için başlangıç olabilirdi. Onu da çok kötü yönettiler.
Birçok ülke gibi İngilizler de son iki yıldır enflasyondan fazlasıyla muzdaripler. Gıda enflasyonu yüzde 20'ye yaklaşarak son 45 yılın en yüksek seviyesini gördü. Bizim enflasyon rakamları ile karşılaştırdığımızda onlarınki tabi ki daha düşük. Ama son 20 yıldır enflasyonun yüzde 2 civarında seyrettiği İngiltere'de enflasyonun çift hanelere çıkmasının İngiliz halkı için oldukça zor bir test olduğunu bilmek lazım. İngiltere Merkez Bankası Başekonomisti Huw Pill, enflasyon ataletinin oluşmaması için acı bir itirafta bulundu: "...Birleşik Krallık'ta bir şekilde birilerinin daha kötü durumda olduklarını kabul etmeleri ve ister daha yüksek ücretler ister enerji maliyetlerini müşterilere yansıtmak olsun, fiyatları artırarak gerçek harcama güçlerini korumaya çalışmaktan vazgeçmeleri gerekiyor. Şu anda karşı karşıya olduğumuz şey; 'evet, hepimiz daha kötü durumdayız ve hepimiz payımıza düşeni almak zorundayız' gerçeğini kabul etme konusundaki isteksizliktir."
İngilizlerin zor kabullenebilecekleri bir gerçek. Enflasyon tüm dünya için acil çözüm bekleyen bir sorun. Ama sadece para politikası araçlarını kullanarak veya ücretleri baskılayarak çözülebilecek bir mesele değil bu. Sadece bunlar üzerinden ilerlemek çok fazla sosyo- ekonomik yan etkiye neden olabilir. Ülkelerin daha kapsamlı politikalara başvurmaları gerekiyor. Bu yapılmadığı müddetçe de faturanın en ağırını sabit gelirliler ödemek durumunda kalıyor.