Büyümede çift haneli rakamlara yaklaşıldığı, ihracatta rekorların sürekli güncellendiği ve istihdamda salgın öncesi seviyelerin üzerine çıkıldığı bir yılı buruk bir tatla kapatmaya doğru ilerliyoruz. Ekonomiyi yenilik, verimlilik ve sürdürülebilirlik gibi kavramlar üzerinden analiz etmemiz gerektiği bir dönemde sürekli kur ve faiz ön plana çıkıyor. Türkiye ekonomisi kur ve faiz gibi iki kısır parametrenin cenderesinde sıkıştırılmayı hak etmiyor. Bu iki parametre Türkiye ekonomisinin ne kapasitesini ne de potansiyelini yansıtıyor.
ENFLASYON DÜŞÜRÜLMELİ
Türkiye'de herkes enflasyonun düşürülmesi gerektiği konusunda hem fikir. Enflasyonla mücadeleye yönelik uygulanacak yöntemin cinsinden bağımsız olarak belirtmek gerekirse, vatandaşın eriyen satın alma gücünü artırmanın kalıcı yolu düşük enflasyondan geçiyor. Bu hafta yaşanan kur şokunun enflasyon üzerindeki risklerini asgari seviyede tutabilmek için ekonominin tüm paydaşları sürece katkı sağlamalı.
DEĞİŞİM TAKİP EDİLMELİ
Dövizdeki hareketlilik reel sektörü iki kanaldan etkiliyor: Bilanço ve tedarik zinciri. Reel sektörün kısa vadeli döviz pozisyonu artıda (60.4 milyar dolar). Reel sektör bir bütün olarak ele alındığında, kurdaki hareketlenmenin şirket bilançolarına kısa vadeli etkisinin sınırlı olabileceğinin bir göstergesi bu. Uzun vadeli döviz pozisyonunda ise reel sektör açık veriyor. Ama açığın son yıllarda azaldığını belirtelim. 2018'deki kur şoku bu açıdan bir milat oldu diyebiliriz.
Uzun vadeli döviz açığı 2018 kur şokunu takip eden üç yılda 188 milyar dolardan 123 milyar dolara indi. Kur ve faizin mevcut seviyelerine bakıldığında reel sektörün uzun vadeli yükümlülüklerini artırıcı yönde bir aksiyon alması beklenmez. Öte yandan yükselişteki ihracat ve turizm gelirleri sayesinde şirketlerin cebine giren döviz artıyor. Ezcümle, son kur şokundan sonra reel sektör döviz açığının daha hızlı kapatmaya çalışacaktır.
Reel sektörün döviz cinsiden aldığı krediler için ayrı bir paragraf açalım. 2008-2018 dönemindeki ekonomi yönetimlerinin reel sektörün döviz cinsinden aldığı kredilerdeki kontrolsüz artışa göz yumduğunu söylemeliyiz. Yüksek faiz-düşük kur politika anlayışındaki ısrarın yanı sıra makro ihtiyati tedbirlerin gecikmesi reel sektörün döviz cinsinden aşırı borçlanmasına zemin hazırladı. Reel sektörün döviz kredilerinin toplamı Aralık 2008-Aralık 2017 arasında 22.5 milyar dolardan 153.7 milyar dolara çıkmıştı. Bu kredileri alanlar sadece döviz geliri olan şirketler olsa sorun olmazdı. Ama döviz kredilerine erişenlerin hatrı sayılır bir kısmının döviz geliri olmayan şirketler olması ekonominin kırılganlıklarını artırdı.
Bilanço etkisine dair dikkat edilmesi gereken bazı hususlar var. Öncelikle, tüm reel sektörü homojen bir grup olarak göremeyiz. Her ne kadar reel sektörün tamamına baktığımızda kısa vadeli döviz fazlası olduğu görülse de bu durum her büyüklükteki şirket ve her sektör için geçerli değil. Döviz geliri olmayan ama yüklü miktarda döviz borcu bulunan şirketlerin bilançolarındaki değişim yakından takip edilmeli.
POLİTİKA VE MEKANİZMA GELİŞTİRİLEBİLİR
Kurdaki oynaklık tedarik zincirinin tüm halkalarında fiyatlama yapmayı zorlaştırıyor. Kamu ve reel sektör sürekli iletişim ve etkileşim halinde olarak üretim ve enflasyon üzerindeki hasarı en aza indirmek için çeşitli politikalar ve mekanizmalar geliştirebilirler. Türkiye'nin 2000'li yıllarda yüksek faiz-düşük kur anlayışına uzunca bir süre saplanıp kalması üretimi fazlasıyla ithalata bağımlı hale getirdi. İhracatın ithalatı karşılama oranı bir ara (2011 yılı) yüzde 56'ya kadar indi. Zamanla döviz kurunun enflasyon üzerindeki geçişkenlik etkisi problemli bir hale geldi. Türkiye ekonomisi açısından bir diğer kırılganlık unsuru bu. Kurun yükselişe geçtiği bu gibi dönemlerde enflasyon hızla yukarıya doğru hareket ediyor. Hanelerin döviz cinsinden borç yükü düşük olduğundan, kur şoklarının vatandaşlara olumsuz yansımalarını büyük oranda enflasyon cephesinde yaşıyoruz. Kurfaiz ikilisi 2000'lerde hep uç noktalarda gezindi. Makul oranlarda dengenin oluşması ekonomimizin ihtiyacı.