Piyasalar 1.5 puanlık faiz artışına razıydı. TCMB beklentilerin üzerinde bir hamleyle faizi yüzde 15'ten 17'ye çekti. Bu toplantıda faiz artışına gerek var mıydı? Nereden baktığınıza bağlı olarak bu soruya verilebilecek cevaplar farklılaşabilir. 12 ay sonrasına yönelik piyasaların enflasyon beklentisi yüzde 10.84. Politika faizi yüzde 15'te kalsaydı bile reel faiz yüzde 4 gibi mevcut küresel koşullar için oldukça yüksek bir seviyede olacaktı. Para politikasını sıkılaştıran önceki adımlar sonrasında kredi büyümesinde hissedilir bir gerileme yaşanmaya başlamıştı. Kredi faizleri yüzde 20'nin üzerine çıktı. Dolayısıyla, zaten kredi genişlemesinin enflasyon üzerinde oluşturduğu tehdit azalıyordu. Döviz kurlarındaki oynaklığın normale döndüğünü de listeye ekleyelim. Bu gelişmeleri dikkate aldığınızda faiz artışına gerek yoktu diye düşünebilirsiniz.
FİNANSAL İSTİKRAR FAKTÖRÜ
Şimdi başka faktörleri de denkleme ekleyerek TCMB'nin hamlesini yorumlamaya çalışalım. Gıda fiyatları ve baz etkisinden dolayı enflasyon bahar aylarına kadar yüksek seyretmeye devam edecek. Enflasyonun düşüşe geçmeyecek olmasının kur ve dolarizasyon üzerinde olumsuz etkileri olabilirdi. Eğer döviz piyasasında yeni hareketlenmeler yaşanırsa, TCMB'nin şimdilik geçici olduğunu düşündüğü yüksek enflasyonun kalıcı hale dönüşme riski var. Bu da enflasyon beklentisini bozacağı için 'makul reel faiz' tartışmaları yeniden başlayabilirdi. Türkiye ABD ve AB ile ilişkileri yeniden güçlendirmek istiyor. Ancak, dış politika ve jeopolitik meselelerde bazı belirsizliklerin sürdüğü de bir gerçek. Özellikle Biden döneminde Türkiye-ABD ilişkilerinin izleyeceği yeni seyir çok kritik. Döviz piyasası ve rezervlerdeki hassas dengelerden dolayı ekonomi dışındaki belirsizlik ve riskleri de göz önünde bulundurarak para politikasını şekillendirmek gerekiyor. Sonuç olarak, koruma kalkanı vazifesi görmesi için TCMB'nin faizleri önden artırmayı tercih ettiği anlaşılıyor. TCMB böylece finans piyasalarının servisini kırıp avantajı kendi lehine çevirerek oyunu daha fazla kontrolü altında tutabileceğini düşünmüş olabilir. Faiz kararının enflasyonla mücadeleden ziyade finansal istikrar gözetilerek alındığını düşünüyorum. Bu karar sonrasında ilerleyen aylarda TCMB'nin piyasalardan gelebilecek faiz baskısına daha güçlü bir direnç göstermesini bekleyebiliriz. Zira, Türkiye bu kadar yüksek faizi hak edecek bir ekonomi değil. Kimse kötü olduğumuz biriki gösterge üzerine yoğunlaşarak Türkiye'nin Brezilya, Güney Afrika veya Hindistan gibi akranlarından çok daha kırılgan olduğunu ispat etmeye çalışmasın. Küresel ekonominin salgın sonrası yeniden şekillenecek hikâyesinde Türkiye'nin birçok açıdan bu ülkelerden daha iyi performans göstereceğine şahit olabiliriz.
Reel sektörün faiz-kur ikilemi
Ticari kredi faizlerindeki artış reel sektörü olumsuz etkiliyor. Ama reel sektörden gelen sinyaller, KOBİ'lerin son aylarda döviz kurlarında yaşanan dalgalanmayı kendileri açısından daha sorunlu gördüklerine işaret ediyor. Reel sektör yüksek faizle mücadele etme konusunda daha deneyimli. Faizler yükselince banka kredilerinden enformel finansman kanallarına (tanıdıktan borç alma veya açık hesap çalışma gibi) yöneliyorlar, işletme maliyetlerini azaltmaya çalışıyorlar veya yatırımlarını erteliyorlar. Ancak, reel sektörümüz kur riskiyle baş etme noktasında daha az tecrübeli.
Çoğu şirket finansal risklerini profesyonel biçimde yönetmiyor. Bu da kaçınılmaz olarak kurdaki dalgalanmaların şirket bilançoları üzerinde oluşturduğu tahribatı ağırlaştırıyor. Eğer şirketler üretim ve finansman açılarından dövize olan bağımlılıklarını azaltabilirlerse ve risklerini daha düzgün yönetebilirlerse, para politikamızı bu kadar fazla kura endekslemek zorunda kalmayız.
İşte o zaman içeride ekonominin ihtiyaçlarına çözüm üretebilen ve Londra-New York finans hattına bağımlılığı azalan - yani gerçek anlamda bağımsız olan- bir para politikası anlayışını yürütebilme şansımız oluşur. Bu konuda sadece politika yapıcılara değil, reel sektöre de önemli görevler düşüyor.